26 Eylül 2007 Çarşamba

ought, should, must, have to, need'in zorunlukta kullanılması

14 ought, should, must, have to, need'in
zorunlukta kullanılması
139 ought: biçimler
ought, anlam yüklü bir yardımcı fiildir (modal) (Bk: 107 B). Aynı biçim şimdi ve gelecek için kullanılır; kendinden önce geçmiş zaman ya­pısında bir fiil varsa ya da arkasından bir mastar geliyorsa geçmiş için de kul­lanılabilir:
I ought to write to him today/ tomorrow. : Ona bugün/yarın (mektup) yazmam gerekir.
I knew I ought to write to him. : Ona yazmam gerektiğini biliyordum.
She said I ought to write. : Yazmam gerektiğini söyledi.
I know/ knew that I ought to have written. : Yazmam gerekirdi, biliyo­rum/biliyordum.
Olumsuz: ought not/ oughn't
Soru: ought I?, vb.
Olumsuz soru: ought I not/ oughtn't I? vb.
ought tam mastarı alır; bunu öğrencilere anımsatmak için bazen bu sözcük­ten ought to olarak söz zedilir.
ought'lu sorular ya da görüş bildirmeler should'la yanıtlanabildiği gibi, bu­nun tersi de olabilir:
You ought to put in central heating. ~ Yes, I suppose I should. : Merkezi
ısıtma sistemi koymanız gerekir. - Evet, öyle.
140 should: biçim
should da anlam yüklü bir yardımcı fiildir (modal).
ought'ta olduğu gibi aynı biçim şimdi ve gelecek için kullanılır; kendisinden
önce geçmiş zaman yapısında bir fiil olduğu zaman geçmişte de kullanılabilir.
Yukarıdaki örneklerde ought'un yerine should kullanılabilir. Olumsuz: should not/ shouldn't

Soru: should I? vb.
Olumsuz soru: should I not/shouldn't I? vb.
should'dan sonra çıplak mastar gelir.
Zorunluk için kullanılan should ve ought normal olarak aynı anlama sahip­tir, fakat should, daha yaygın olan biçimdir.
Konuşmada should/ ought to yalnız başlarına kullanılabilir, burada mastar söy­lenmez, anlaşılır:
You should paint/ought to paint your door. ~ Yes, Iknow Ishould/I know I ought to. : Kapını boyamaksın. ~ Evet, biliyorum.
141 ought/ should’ un must ve have to ile karşılaştırılması
A Kullanımdaki ayrımlar
1 ought/ should, öznenin zorunluk ya da görevini:
You should send in accurate income tax returns. : Doğru vergi iadelerini göndermen gerekir.

ya da doğru, sağduyulu bir eylemi belirtmek için kullanılır :
They shouldn't allow parking here; the street is too narrow. : Burada park yapılmasına izin vermemeliler; cadde çok dar.
The word is spelt wrongly. There should be another 's'. : Sözcük yanlış yazılmış; bir 's' daha olması gerekir.
Burada ne must'ta olduğu gibi konuşanın yetkinliği, ne de have to'da olduğu gibi dışarıdaki birinin yetkinliği (Bak: 145) söz konusudur. Daha çok, vicdan ya da sağduyu sorunudur:
PIANIST TO PUPIL: You must practise at least an hour a day.
PUPIL TO MUSICAL FRIEND: I have to practise an hour a day!
MUSICAL FRIEND: You ought to/should practise for more than an hour. :
PİYANİST ÖĞRENCİSİNE: En az günde bir saat çalışmalısın.
ÖĞRENCİ MÜZİKLE İLGİLENEN ARKADAŞINA: Günde bir saat ça­lışmak zorundaymışım!
MÜZİKLE İLGİLENEN ARKADAŞ: Bir saatten fazla çalışman gerekir.
2 ought/ should ile must ve have to arasındaki bir başka ayrım da must ve have to'nun normal olarak bize zorunluğun yerine getirilmekte olduğu ya da geti­rileceği izlenimini vermesidir. Bu durum özellikle birinci şahıs için geçerliyse de çoğu kez öteki kişiler için de söz konusu olmaktadır. Ought/ should'da zorunluğun ille de yerine getirilmekte olduğu ya da getirileceği yolunda bir izlenimimiz yoktur.
Bir sürücü, I ought to/ should go slowly here; it's a built-up area ([Aslında] Burada yavaş gitmem gerekir; burası, oturma bölgesi) derse genellikle, yavaş gitmeyeceğini belirtmek istemektedir. Gerçekten yavaş gitmek niyetindeyse, / must go/I have to go/I will have to go slowly here (Burada yavaş gitmeliyim/git­mek zorundayım/zorunda kalacağım) der.
Aynı biçimde birisi We must have a party to celebrate your engagement (Ni­şanını kutlamak için bir parti vermeliyiz) diyorsa, arkadaşları haklı olarak bir partinin verileceğinden emindir. Fakat We should have a party ...(... bir parti vermeliyiz) derse partinin verileceği o kadar kesin değildir. Ses tonu ya da yüz ifadesi, partinin verilemeyeceğini de gösterebilir.
B Kullanımdaki benzerlikler
1 should (ought olmaz), resmi duyurularda ve bilgi içeren kâğıtlarda vb. kullanılabilir:
Candidates should be prepared to answer questions on ... : Adaylar, . . .konusunda soruları yanıtlamaya hazır olmalıdırlar.
Intending travellers should be in possession of the following documents . . . : isteyen gezginlerin yanlarında şu belgeleri bulundurmaları gere­kir .. .
On hearing the alarm bell, hotel guests should leave their rooms . . . : Alarm zilini duyduklarında oteldeki konuklar odalarından çıkıp . . .ge­rekir.
Burada herhangi bir anlam değişikliği olmadan must kullanılabilir, fakat should zorunluğu daha yumuşak biçimde ifade eder.
2 ought ve should, öğüt ifade edebilir:
You ought to/should read this. it's very good. : Bunu okuman gerekir. Çok iyi.
Fakat daha vurgulu öğüt için must daha iyidir:
You must read this. it's marvellous! : Bunu okumalısın. Harika!
142 ought/ should'un süreklilik mastarıyla kullanılması
ought/ should süreklilik mastarıyla birlikte öznenin ya zorunluklannı yerine getirmediğini ya, saçma-sapan, pervasızca, vb. davrandığını ya da akla yat­kın, basiretli vb. davranmadığını belirtir:
He ought to be studying for his exam. He shouldn't be spending all his time on the beach. : (Sınavlarına çalışıyor olması gerekir; Bütün zamanını kumsalda geçiriyor olmaması gerek.) Sınavlarına çalışması gerek. Bü­tün zamanını kumsalda geçirmemeli.
We should be wearing seat belts. : Emniyet kemerlerimizin takılı olması gerekir. (Ama takmıyoruz.)
I shouldn't be telling you this. it's supposed to be a secret. : (Bunu sana anlatıyor olmamam gerekir.) Aslında bunu sana anlatmamam gerekir. Bunun sır olması gerekiyordu.
143 ought/ should'un -miş'li mastarla kullanılması
Bu yapı, yerine getirilmemiş bir zorunluk ya da ihmal edilmiş akla yatkın bir davranışı ifade etmekte kullanılır. Olumsuzda, geçmişteki yanlış ya da akılsız­ca bir davranışı ifade eder.
You ought to have told him that the paint on that seat was wet. : Oturduğu yerdeki boyanın taze olduğunu ona söylemeliydin.
You should have turned his omelette; he likes it turned. : (Omletini ters yüz etmeliydin; omletini ters-yüz edilmiş olarak sever.) Omletinin her iki yüzünü de kızartmalıydın. Omleti böyle sever.
They ought to have stopped at the traffic lights. : Trafik ışıklarında durmalıydılar.
She shouldn't have opened the letter; it wasn't addressed to her. : Mektubu açmamalıydı; ona gönderilmemişti.
The Emergency Exit doors shouldn't have been blocked. : Acil çıkış kapılarının önü kapatılmamalıydı.
144 must ve have to: biçimler
A must
must anlam yüklü bir yardımcı fiildir (modal) (Bak: 107 B). Şimdi ya da gelecekte kullanılır:
Olumsuz: must not/mustn't
Soru: must I? vb.
Olumsuz soru: must I not/mustn't I?
Geçmiş zamanı had to ile karşılanır. must yalın mastar alır.
Zorunluk ya da vurgulu öneri ifade eder:
FATHER: You must get up earlier in the morning. :
BABA: Sabahleyin erken kalkmalısın, (zorunluk)
You must take more exercise. Join a sguash club. : Daha çok spor yapmalısın. Bir skuaş klübüne katıl. (squash: Duvardan dönen topa vurularak oynanan iki kişilik bir tür tenis.) (öğüt)
B have to
Zorunluk Zorunluğun
bulunmayışı
Konuşanın Dışarıdaki
yetkinliği yetkinlik
Gelecek must shall/ will have to shan't/vton't have to
Şimdi must have to* don't/doesn't have to*
have (got) to* haven't (got) to*Geçmiş had to had to didn't have to
hadn't got to
•Aşağıda C'ye bakınız.
C Yıldızlı have to biçimleri arasındaki ayrım
have to (got'sız) ve olumsuz biçimi don't/ doesn't have to, alışkanlık türü eylemlerin doğru biçimleridir, ancak bireysel eylemler için de kullanılabilir. Amerikan İngilizcesinde yaygındır.
have (got) to ve haven't (got) to, yalnızca bireysel eylemler içindir:
TOM: I have to go to work every day except Sunday. But I don't have to work a full day on Saturday.: TOM: Pazar dışında her gün işe gitmek zorundayım. Fakat Cumartesileri tam gün çalışmak zorunda değilim.
Fakat Pazar günü şöyle der:
I'm glad I haven't (got) to go to work today ya da I'm glad I don't have to go to work today. : iyi ki bugün işe gitmek zo­runda değilim.
Geçmişte didn't have to, geçmişteki alışkanlık türü eylemler için de bireysel eylemler için de kullanılabilir.
hadn't (go) to daha çok bireysel eylemler için kullanılır. didn't have to genelde daha çok kullanılan biçimdir.
Olumludaki have to zorunluk ifade eder.
Olumsuzdaki have to, zorunluğun bulunmayışım ifade eder. Bu, need not, don'ı
need vb. ile de ifade edilebilir. (Bak: 149)
145 Olumluda must ve have to arasındaki ayrım
A must, konuşanın ortaya koyduğu zorunluğu ifade eder:
MOTHER: You must wipe your feet when you come in. :
ANNE: İçeri girerken ayaklarını silmelisin.
have to, dışarıdan gelen zorunluğu ifade eder:
SMALL BOY: I have to wipe my feet every time I come in. : Her içeri girişimde ayaklarımı silmem gerekiyor(muş).
B İkinci şahıstan örnekler:
1 Konuşanın yetkinliği:
MOTHER: You must wear a dress tonight. You can't go to the opera in those dreadful jeans. : ANNE: Bu gece bir elbise giymelisin. Operaya o korkunç kot pantolonla gidemezsin.
EMPLOYER: You must use a dictionary. I'm tired of correcting your spelling mistakes. : İŞVEREN: Bir sözlük kullanmalısın, (yaptığın) yazım hatalarından bıktım.
DOCTOR: You must cut down on your smoking. : DOKTOR: Sigarayı azaltmalısın.
2 Dışarıdan gelen zorunluk
You have to wear a uniform on duty, don't you?: Nöbetteyken üniforma giymek zorundasın, değil mi?
You have to train very hard for these big matches, I suppose. : Bu büyük maçlar için sıkı antrenman yapmak zorundasınızdır herhalde.
You'll have to get up earlier when you start work, won't you?: İşe başla­yınca daha erken kalkmak zorunda kalacaksın, değil mi?
You'll have to cross the tine by the footbridge. : Hattı üst geçitten geç­mek zorunda kalacaksın.
C Üçüncü şahıs örnekleri
Burada must daha çok yazılı emir ve talimat için kullanılır:
RAILVVAY COMPANY: Passengers must cross the tine by ihe footbridge.: DEMİRYOLU ŞİRKETİ: Yolcular hattı üst geçitten geçmelidirler.
OFFICE MANAGER: Staff must be at their desks by 9.00. : BÜRO MÜ­DÜRÜ: Memurlar saat 9.00'da masalarında olmalıdırlar.
REGULATION: A trailer must have two rear lamps. : YÖNETMELİK: Bir traylerde iki arka lambası bulunmalıdır.
Bir başka kişinin zorunluklarını bildirir ya da bunlara ilişkin yorum yaparsak have to kullanırız:
In this offıce even the senior staff have to be at their desks by 9.00. : Bu büroda kıdemli memurlar bile saat 9.00'da masalarında olmak zorundadır.
She has to make her childern's clothes. She can't afford to buy them. : Çocuklarının giysilerini kendisi dikmek zorunda. Bunları satın almaya gü­cü yetmiyor.
They'll have to send a diver down to examine the hull. : Gövdeyi gözden geçirmek için aşağıya bir dalgıç göndermek zorundalar.
Yukarıda have to yerine must kullansak, konuşanın bu eylemleri emretme yetkisine sahip olduğunu belirtmiş oluruz.
Ancak konuşan bir zorunluğa katılmaktaysa:
A driver who has knocked someone down must stop. : Birine çarpan bir sürücü durmalı. (Konuşan, durmanın sürücü için bir zorunluk olduğuna inanmaktadır.)
ya da bir konuya çok inanıyorsa must kullanılabilir:
Something must be done to stop these accidents. : Şu kazaları durdur mak için birşeyler yapılmalı.
D Birinci şahsa örnekler:
Birinci şahısta must'la have to arasındaki ayrım daha az önemlidir; çoğu durumda her ikisi de kullanılabilir'.
TYPISTT: I must/ I will have to buy a dictionary. : DAKTİLO KIZ: Bir sözlük almalıyım/almam gerekecek.
PATIENT: I must/have to/will have to cut down on my smoking. :
HASTA: Sigarayı azaltmalıyım/azaltmam gerekiyor/gerekecek.
Ancak alışkanlık türünden eylemler için have to daha iyidir:
I have to take two of these pills every day. : Her gün bu haplardan iki tane almam gerekiyor.
Zorunluk acilse ya da konuşana önemli görünüyorsa, o zaman da must daha iyidir:
I must tell you about a dream I had last night. : Sana dün gece gördüğüm bir düşü anlatmalıyım.
Before we do anything I mustfınd my cheque book. : (Herhangi bir şey yapmamızdan önce) Herhangi bir şey yapmamız için önce çek defterimi bulmalıyım.
E Başka örnekler (bütün şahıslar)
You must come and see us some time. : (Bir gün gelip bizi ziyaret etmelisiniz.) Bir gün bizi ziyarete gelmelisiniz. (Bu, söz arasında yapılacak çağ­rıyı ifade etmenin oldukça yaygın bir yoludur.)
The children have to play in the street till their parents come home. : Anneleri babalan eve gelinceye dek çocuklar caddede oynamak zorundalar. This sort ofthing must stop! : Bu tür şeylere (saçmalıklara) bir son veril­meli. (Konuşan ya yetkindir ya da buna çok inanmaktadır.)
You must write to your uncle and thank him for his nice present.: Amcana/Dayına telefon edip (bu) nazik hediyesinden dolayı ona teşekkür et­melisin.
If there are no taxis we'll have to walk. : Taksi yoksa yürümek zorundayız/zorunda kalacağız.
If your father was a poor man you'd have to work. : Baban yoksul bir adam olsa çalışmak zorunda kalırsın.
We have to walk our dog twice a day. : Köpeğimizi günde iki kez yürüyü­şe çıkarmak zorundavız.
NOTICE IN SHOP WINDOW: Closing dovm sale! Everything must go!: VİTRİN DUYURUSU: (Kapanış nedeniyle indirimli satış! Her şey git­meli!) Kapanma dolayısıyla indirimli satışlar! Her şey tükenmeli!
F Geçmişteki zorunlukla ilgili olumlu cümleler: had to
Burada konuşanın yetkinliği ile dışandan gelen yetkinlik arasındaki ayrım ifade edilemez. Tek bir biçim vardır: had to:
I ran out of money and had to borrow from Tom. : Parasız kalıp Tom'dan ödünç almak zorundaydım/zorunda kaldım.
You had to pay duty on that, I suppose? : Ona (gümrük) vergi(si) öde­mek zorunda kaldın/zorundaydın herhalde.
There were no buses so he had to walk. : Taksi yoktu, dolayısıyla yürü­mek zorundaydı/ zorunda kaldı.
146 Şimdi ve gelecekte need not ve must not
need not şimdi ve gelecek için kullanılabilir. Bütün kişiler için aynı biçime sahiptir. (Bak: 148)
need not, zorunluğun bulunmayışını ifade eder. Konuşan, bir eylemin yerine getirilmemesine izin vermekte ya da bazen yalnızca eylemin gerekli olmadığı­nı belirtmektedir:
EMPLOYER: You needn't make two copies. One will do. : İŞVEREN: İki nüsha çıkarmak zorunda değilsin/İki nüsha çıkarman gerekmez. Bir nüsha da işimizi görür.
Give them this cheque. They needn't send me a receipt. : Onlara bu çeki ver. Bana makbuz göndermek zorunda değiller. You needn't change (your clothes). Just come as you are. : Elbiselerini değiştirmen gerekmez. Olduğun gibi gel.
must not, konuşanın ortaya koyduğu olumsuz bir zorunluğu (yasağı / Ç.N.) ya da çok vurgulu bir öğüdü ifade eder:
You mustn't repeat this to anyone. : Bunu kimsenin yanında yineleme. NOTICE IN SHOP: Staff must not smoke when serving customers. : DÜKKÂNDA DUYURU: Çalışanlar, müşteriye hizmet sırasında sigara içmemelidir.
You mustn't leave your car unlocked. This place is full of thieves. : Ara­banı kilitlemeden bırakmamalısın. Bu yöre hırsızlarla dolu.
147 Şimdi ve gelecekte need not, must not ve must
DOCTOR: You needn't go on a diet; but you must eat sensibly and you mustn't over eat. : Rejim yapman gerekmez, ama doğru dürüst şeyler ye­melisin; aşırı da yememelisin.
ZOO NOTICE: Visitors must not feed the animals. : HAYVANAT BAH­ÇESİNDE DUYURU: Ziyaretçiler hayvanlara yiyecek vermemelidir.
RAILWAY NOTICE: Passengers must not walk on the line. : DEMİR­YOLLARI DUYURUSU: Yolcular raylar üzerinde yürümemelidirler. You mustn't drive fast. There is a speed limit here. : Hızlı sürmemelisin. Burada hız sınırlaması var.
You needn't drive fast. We've plenty of time. : Hızlı sürmek zorunda de­ğilsin. Bol bol zamanımız var.
You needn't strike a match. I can see well enough. : Kibrit çakmak zo­runda değilsin. Yeterince iyi görüyorum.
You mustn't strike a match. This room is full of gas. : Kibrit çakmamalısın. Oda gaz dolu.
SCHOOL NOTICE: The lifts must not be used during Fire Drill.: OKUL DA DUYURU: Yangın denemesi sırasında asansörler kullanılmamalıdır.
You mustn't wear that dress again. You look terrible in yellow.: O elbise­yi bir daha giymemelisin. Sarı giysilerle berbat görünüyorsun.
TEACHER: You needn't read the whole book but you must read the first four chapters. : ÖĞRETMEN: Bütün kitabı okumak zorunda değilsiniz ama ilk dört bölümü okumalısınız.
You must cut down that dead tree or it will fall on your house. : Şu kuru­muş ağacı kesmelisiniz, yoksa evin üstüne devrilir.
DOCTOR: You mustn't take more than two of these pills at once. Three might be fatal. : DOKTOR: Bu haplardan bir kerede iki taneden fazla almamalısın. Üç tanesi öldürücü olabilir.
DOCTOR (to patient's wife): If the pain has gone he needn't take any more of these. : DOKTOR: Ağrı geçerse artık bunlardan alması gerekmez.
148 need: biçimler
A need hem yardımcı, hem de sıradan bir fiil olabilir. Yardımcı fiil olarak anlam yükü olan yardımcılara yarı-yarıya benzer (semi-modal). Hem onların, hem de 'sıradan fiiller'in yapısına sahiptir. Anlam yüklü yardımcı (modal) olarak biçimleri, bütün şahıslar için şimdiki zamanda, gelecekte ve dolaylı aktarım­da need veya need not/ needn't dır. (Aşağıda C'ye bakınız.)
Soru: need I? vb.
Olumsuz soru: need I not/needn't I? vb.
Yukarıdaki gibi çekilen need, yalın mastarı alır.
B Yardımcı fiil olarak need, olumsuz bir cümle ya da bir soru cümlesinden önce olumsuz ya da soruyu olumlu cümleye dönüştüren bir ifade bulunmadıkça olumluda pek kullanılmaz:
I needn't wear a coat veya I don't suppose I need wear a coat. : Ceket giymek zorunda değilim ya da ceket giymek zorunda olduğumu sanmıyorum.
Need I tell Tom? ya da Do you think I need tell Tom? : Tom'a söylemek zorunda mıyım? ya da Tom'a söylemem gerekir mi dersin?
Ne var ki, oldukça resmi Ingilizcede bazen hardly/ scarcely ya da only ile ba­zen kullanılır:
I need hardly say how pleased we are to welcome Mr X. : Mr X'i ağırla­maktan nedenli mutlu olduğumu söylemeye bilmem gerek var mı? (I needn't say. : Söylemek zorunda değilim.)
You need only touch one of the pictures for all the alarm bells to start ringing. : Bütün alarm zilerinin çalması için (yalnızca bir resme dokun­man gerekir) bir zile dokunman yeter.
C Dolaylı aktarımda needn't, değişmeden kalabilir:
'You needn't pay till the 31st' he says/said. : '31'ine kadar ödemek zo­runda değilsin', diyor/dedi. =
He says/said I needn't pay till the 31st. : 31'ine kadar ödemek zorunda olmadığımı söyledi. (Ayrıca bak: 325 C.)
D need, aşağıda 149'da gösterildiği gibi, sıradan bir fiil olarak da çekilebilir. Bunun karşılığı olan have to biçimleri de gösterilmiştir. Soru biçimleri için bak: 151.
will/shall, do/does vb. ile çekilen need, tam mastarı alır ve bazen bu yapıdan need to olarak söz edilir.
149 Zorunluğun bulunmayışı: Biçimler
Konuşanın yetkinliği Dıştaki yetkinlik
Gelecek need not shan't/ won't need to
shan't/ won't have to
Şimdi need not don't/ doesn't need to
don't/ doesn't have to
haven't/ hasn't got to
Geçmiş didn't need to
(Bak: 150 B) didn't have to
hadn't got to
Ancak, dolaylı aktarımda needn't için yukarıda 148 C'ye bakınız. shan't/won't need to = shan't/vton't have to don't/doesn't need to = don't/doesn't have to
didn't need to = didn't have to (Ancak didn't have to, daha yaygın olan bi­çimdir.)
Tablodan görüleceği gibi haven't/hasn't got to ve hadn't got fo'nun need karşılıkları yoktur.
150 need not ile öteki biçimler arasındaki ayrım
A 1 Daha önce belirtildiği gibi need not, konuşanın yetkinliğini ya da öğüdünü bildirir:
You needn't write me another cheque. Just change the date and initial it. : Bana yeni bir çek yazmak zorunda değilsin. Yalnızca tarihi değişti­rip parafını at.
I'm in no hurry. He needn't send it by air. He can send it by sea. : Acelem yok. Uçakla göndermek zorunda değil. Gemiyle yollayabilir.
You needn't do it by hand. I'll lend you my machine. : Elle yapmak zo­runda değilsin. Sana makinemi ödünç veririm.
You needn't call me Mr Jones. We all use first names here. : Bana Mr Jones demek zorunda değilsin. Burada hep küçük isimleri kullanırız.
COLLEGE LECTURER: You needn't type your essays but you must write legibly. : OKUTMAN: Denemelerinizi daktilo etmek zorunda değilsiniz ama okunaklı yazmalısınız.
2 Öteki biçimler dıştaki yetkinliği ifade eder:
Tom doesn't have to wear uniform at school. : Tom'un okulda üniforma giymesi gerekmiyor.
We don't have to type our essays but we have to write legibly. : Deneme­lerimizi daktilo etmek zorunda değiliz ama okunaklı yazmak zorunda­yız.
When I'm an old age pensioner I won't have to pay any more bus fares. : Yaşlılık sigortasını almaya başladığımda artık otobüse para vermek zo­runda olmayacağım.
Ann hasn't got to go/doesn't have to go to this lecture. Attendance is optional. : Ann bu konferansa gitmek zorunda değil. Katılmak isteğe bağlı.
When I have a telephone of my own I won't have to waste time waiting outside these wretched telephone boxes. : Kendi telefonum olduğu zaman bu körolası telefon kulübelerinin önünde bekleyerek zaman yitirmek zo­runda kalmayacağım.
Ann doesn't have to cook for herself. She works at a hotel and gets all hermeals there. : Ann kendi yemeklerini yapmak zorunda değil. Bir otel­de çalışıyor ve her öğün yemeklerini otelden alıyor/otele veriyor.
3 Ancak bazen need not, won't/ don't need to ya da won't/ don't have to'ya bir seçenek oluşturmak üzere dıştaki yetkinliği ifade etmekte de kullanılabilir. Bu, özellikle birinci şahısta yaygındır:
I needn't type/I won't/don't have to type this report today. Mr Jones said that there was no hurry about it. : Raporumu bugün yazmak zorunda değilim/zorunda kalmayacağım. Mr Jones, bunun acele olmadığını söy­ledi.
Fakat need not'ı gelecekteki, alışkanlık türünden bir eylem için kullanmak ola­sılığı varsa da:
I'm retiring. After Friday I need never go to the office again. : Emekliye ayrılıyorum. Cumadan sonra hiç büroya gitmek zorunda değilim.
bunu şimdiki zamandaki alışkanlık türünden eylemler için kullanamayacağı­mıza dikkat ediniz:
I don't have to queue for my bus. I get on at the terminus. : Otobüsüme binmek için kuyruğa girmem gerekmiyor, ilk duraktan biniyorum.
(Burada need not kullanılamaz.)
B Geçmiş
Burada konuşanın yetkinliği ilk dıştaki yetkinlik arasındaki ayrım ortadan kal­kar ve elimizde üç seçenek bulunur: didn't have to, didn't need to ve hadn't got to.
Bunlar arasında bir anlam ayrımı yoktur, fakat hadn't got to normal olarak alışkanlık türünden eylemler için kullanılmaz:
I didn't have to wait long. He was only a few minutes late. : Fazla bekle­mek zorunda kalmadım. Yalnızca birkaç dakika geç kaldı.
When he was at university, he didn't have to/need to pay any thing for his keep, for he stayed with his uncle. : Üniversitedeyken geçimi için para harcamak zorunda değildi, zira amcasının yanında kalıyordu.
151 Soruda must, have to ve need
Yetkinlik Dıştaki yetkinlik
sorma
Gelecek must I? vb. shall I/ we have to? shall I/we need to?
need I? vb. will he have to? vb. Will he need to? vb.
Şimdi must I? vb. do I/we have to? do I/we need to?
need I? vb. does he have to? vb. does he need to? vb.
have I/we (got) to?
has he (got) to? vb.
Geçmiş did he have to? vb.
did he need to? vb.
had he got to? vb.
Hem need? hem de must, konuşulan kişinin sözkonusu yetkin kişi olduğunu belirtir. Need?'de ayrıca, konuşanın olumsuz yanıt beklentisi gizlidir: Must I go, mother? (Gitmem şart mı, anne?) ve Need I go, mother? (Gitmem gerekiyor mu, anne?) aynı anlamdadır, fakat ikincisinde konuşan, annesinin No (Hayır) demesini beklemektedir. Need'in öteki soru biçimi olan do I need? vb. de aynı biçimde kullanılabilir. Şu olası yanıtlara dikkat ediniz:
Shall I have to go? ~ Yes, you will/No, you won't. : Gitmem gerekecek mi? ~ Evet, gerekecek/Hayır, gerekmeyecek.
Have I got to go? ~ Yes, you have/No, You haven't. : Gitmek zorundamıyım? ~ Evet (gitmek zorundasın) /Hayır (gitmek zorunda değilsin).
Does he have to go? ~Yes, he does/No, he doesn't. : Gitmek zorunda mı? ~ Evet (gitmek zonuda) / Hayır (gitmek zorunda değil.)
Need I go? ~Yes, you must/No, you needn't. : Gitmek zorunda mıyım? ~ Evet, gitmelisin/Hayır, (gitmen gerekmez).
Must I go? ~ Yes, you must/No, you needn't. : Gitmem şart mı? ~ Evet, şart/Hayır, gerekmez.
152 needn't + -miş'li mastar
Bu yapı, gereksiz olduğu halde gerçekleştirilen bir eylem için kullanılır. Dolayısıyla zaman, boşuna harcanmıştır:
I needn't have written to him because he phoned me shortly aftenvards.: Ona yazmam gerekmiyormuş, çünkü hemen sonra bana telefon etti. (Ama yazmış bulundum; böylece zamanım boşa gitti.)
You needn't have brought your umbrella for we are going by car. : Şem­siyeni alman gerekmezdi zira arabayla gidiyoruz. (Şemsiyeni gereksiz ye­re getirdin.)
He needn't have left home at 6.00; the train doesn't start till 7.30. : Evden saat 6.00'da çıkmam gerekmezdi; tren 7.30'dan önce kalkmıyor. (Dolayı­sıyla bir saat bekleyecek.)
153 needn't have (done)'ın didn't have/needn't (to do) ile karşılaştırılması
A needn't have done: zorunluk yoktu, ama eylem gerçekleştirildi (gereksiz ola­rak); dolayısıyla zaman boşuna harcandı:
You needn't have watered the flowers, for it is going to rain. : Çiçekleri sulaman gerekmezdi, zira [az sonra] yağmur yağacak. (Zamanını boşuna harcamışsın.)
You needn't have written such a long essay. The teacher only asked for 300 words, and you have written 600. : O denli uzun bir deneme yazmak zorunda değildin, öğretmen 300 sözcük istedi, sen ise 600 sözcük yaz­mışsın.
He needn't have bought such a large house. His wife would have been quite happy in a cottage. : O denli büyük bir ev satın almak zorunda de­ğildi. Karısı kulübede de mutlu olabilirdi. (Para yitirimi.)
You needn't have carried all those parcels yourself. The shop would have delivered them if you had asked them. : Bütün o paketleri kendin taşı­man gerekmezdi. İsteseydin mağaza bunları evine gönderirdi.
B didn't have/ need to do: zorluk bulunmamaktadır, dolayısıyla eylem de yoktur:
I didn't have to translate it for him for he understands Dutch. : Ona çe­virmem gerekmedi zira Hollanda dilini anlıyor.
I didn't have to cut the grass myself. My brother did it. : Çimi ben kes­mek zorunda kalmadım. Kardeşim bu işi yaptı, (zorunluk yoktu; eylem de)
Bazı kişiler didn't have to/ didn't need to'yu gerçekleştirilen eylemler için de kullanır. O zaman have ya da need genellikle vurgulanır: You didn't 'have to give him my name (Ona benim adımı vermek zorunda değildin), 'Ona benim adımı vermen gerekmiyordu ama adımı ona verdin' anlamına gelir. Fakat gereksiz bir eylem gerçekleştirildiği zaman needn't have + geçmiş zaman ortacı kullanılması önerilir:
You needn't have given him my name. : Ona adımı vermek zorunda değildin.
154 needn't, could ve should + -miş'li mastar
A needn't + -miş'li mastar, çoğu kez could + -miş'li mastarla birleştirilir. Bu birleşimin kullanılışı, en iyi, örneklerle gösterilebilir:
I wanted a copy of the letter, so I typed it twice ~ You needn't have typed it twice. You could have used a carbon. : Mektubun bir kopyasını istiyordum, onun için mektubu iki kez daktilo ettim. ~ İki kez daktilo etmen gerekmezdi. Karbon kâğıdı kullanabilirdin.
I walked up six flights of stairs. ~ You needn't have walked up;you could have taken the lift. : Altı kat merdiven çıktım. ~ Yürümen gerekmezdi; asansöre binebilirdin.
She stood in a queue to get an Underground ticket. ~ But she needn't have stood in a queue. She could have got a ticket from the machine. : Bir Metro bileti almak için kuyrukta bekledi. ~ Kuyrukta beklemesine gerek yoktu. Makineden bir bilet alabilirdi.
B needn't have ile should have'in karşılaştırılması
Should ya da ought to, yukarıda A'daki örneklerin tümünde need ya da could'un yerine kullanılabilir:
She shouldn't have stood in a queue. She should have got tickets from the machine.: Kuyrukta beklememeliydi. Makineden bir bilet almalıydı.
Fakat anlamda bir ayrım vardır:
She shouldn't have stood in a queue. (it was wrong or foolish of her to stand in a queue.): Kuyrukta beklememeliydi. (Kuyrukta beklemek yan­lış ya da akılsızca bir işti.)
She needn't have stood in a queue. (it was not necessary to do this, but she did it.): Kuyrukta beklemesi gerekmezdi. (Bu gerekli değildi ama bek­ledi.)
shouldn't have'de bir eleştiri gizlidir. needn't have, eleştiri anlamım içermez.
155 'Require' (gereksinim duymak) anlamında sıradan fiil olarak need
149'da gösterildiği gibi need, sıradan bir fiil olarak çekilebilir. O zaman nor­mal, kurallı biçimleri vardır, fakat şimdiki zaman biçimi yoktur.
to need, bir mastar ya da isim/ zamirden oluşan bir tümleçle kullanılabilir:
I need to know the exact size. : Tam ebadı bilmem gerekiyor.
How much money do you need? ~ I need £5. : Ne kadar para gerekiyor sana? ~ 5 sterlin gerekiyor.
to need, ayrıca şu tür cümlelerde edilgen mastar ya da isim-fiille birlikte kul­lanılabilir:
Your hair needs to be cut/needs cutting. : (Saçlarının kesilmeye gereksi­nimi var.) Saçlarının kesilmesi gerek.
The windows need to be washed/need washing. : Pencerelerin yıkanması gerek/yıkanmak istiyor.
Burada need yerine want + isimfiil de kullanılabilir:
Your hair wants cutting. : Saçların traş istiyor.

can ve be able: yetenek

13 can ve be able: yetenek
136 can ve able: biçimler
A Burada can, be + able sıfatı ile bağlantılı olarak ele alınır. Bu kalıp, can'in eksik bölümlerini tamamlar, şimdi ve gelecekte de can'e bir seçenek oluştu­rur. Dolayısıyla elimizde şu biçimler bulunmaktadır: Mastar: to be able Geçmiş zaman ortacı: been able
Olumlu Olumsuz Soru
Gelecek will/shall will/shall not shall/will I be able?
be able be able will he be able? vb.
Şimdi can ya da cannot ya da can I? ya da
am able am not able am I able? vb.
Geçmiş could ya da could not ya da could I? ya da
was able was not able was I able?
Bir tek gelecek zaman biçimi vardır, çünkü can, izin ifadesi dışında gelecek için kullanılmaz. Ancak şartta iki biçim vardır: could ve would be able.
Öteki bütün fiil yapıları, sıradan fiillerin kurallarına uygun biçimde be able ile oluşturulur:
Şimdi öncesi (present perfect): have been able
Geçmiş öncesi (past perfect): had been able
Olumsuz soru: could you not/couldn't you? Were you not/weren't you able?
will you not/won't you be able? vb.
can/ be/ will/ shall not ve have normal yollarla kaynaştırılabilir:
I wasn't able, he won't be able, I've been able.
can'i yalın mastar izler.
be able'ı tam mastar izler.
137 can/ am able, could/was able
A can ve be able
1 shall/ will be able, tek gelecek zaman biçimidir:
Our baby will be able to walk in a few weeks. : Bebeğimiz, birkaç hafta içinde yürüyebilecek.
2 Şimdiki zaman için can de, am able de kullanılabilir. Can, daha yaygın olan biçimdir:
Can you/Are you able to type? : Daktilo kullanabilir misin?
I can't pay you today. Can you wait tül tomorrow?i Bugün sana ödeme yapamam. Yarına kadar bekleyebilir misin?
Could you wait? : Bekleyebilir misin? (Rica; B2'ye bakınız.)
Can ve able'ın çevirisi, ingilizce ile Türkçe arasında bir ayrımı ortaya çıkarmaktadır: Türkçede yeteneği hem geniş zaman hem de şimdiki zamanda ifade edebiliyoruz. İngilizcede yalnız geniş zaman ifadesi vardır; şimdiki zamanı da bu ifade eder. Dolayısıyla ingilizcede 'yazabilirim'den ayrı olarak 'yazabiliyorum' de­mek olanağı yoktur.
Can ve able'ın çevirilerinde biz yalnız geniş zaman karşılığını vermekteyiz. Bunun yanında şimdiki zaman çevirisinin bulunduğunu da unutmayınız.
Can you type? : Daktilo kullanabilir misin/kullanabiliyor musun?
Is he able to swim? : Yüzebilir mi/yüzebiliyor mu? Aynı durum, geçmiş zaman ile geçmişte süreklilik yapılarında da vardır:
Could he find his way in the dark before he became blind? : Kör olmadan önce karanlıkta yolunu bulabilir miydi/bulabiliyor muydu?
Ancak şimdiki ya da geçmiş zamanda tek bir olaydan söz ediliyorsa, Türkçede de '-yor' kullanma olanağı kalmaz; ingilizce ile Türkçe aynı olur:
Can you lift thls deak on your own? : Tek başına şu sırayı kaldırabilir misin?
Were you able to lift the desk on your own? : O sırayı tek başına kaldırabildin mi?
3 Ancak şimdi öncesi (present perfect) için be able biçimini kullanmalıyız:
Since his accident he hasn't been able to leave the house. : Geçirdiği ka­zadan bu yana evden çıkmıyor.
B could
1 could, koşul kavramı bulunduğu zaman şimdiki zaman anlamında kullanılabilir:
Could you run the business by yourself? (if this was necessary): işi tek başına yürütebilir misin? (bu gerekli olsa)
Could he get anotherjob? (if he left this one): Bir başka iş bulabilir mi? (bu işten ayrılsa)
I could get you a copy. (if you want one): Sana bir kopya(sını) bulabili­rim. (Eğer istiyorsan)
İlk iki örnekte could'un yerine would be able konabilir.
2 could you?, bir ricayı sunmanın iyi bir yoludur. would you?'ya karşı bir seçe­nek oluşturur ve ondan daha naziktir:
Could you show me the way/lend me £5/ wait half an hour? : Bana yolu gösterebilir/5 sterlin ödünç verebilir/beş dakika bekleyebilir miydiniz? Co­uld you please send me an application from? : Bana bir başvuru formu gönderebilir miydiniz?
couldn't you? da yararlıdır.
HOUSEHOLDER: Could you come and mend a leak in a pipe?
PLUMBER: Would sometime next month süit you?
HOUSEHOLDER: Couldn't you come a little earlier?:
EVSAHiBi: Gelip borudaki bir deliği onarabilir miydiniz?
MUSLUKÇU: Gelecek ay bir gün sizce uygun mu?
EVSAHlBl: Biraz daha önce gelemez miydiniz?
C could ve was able'ın geçmişteki yeteneği göstermesi
1 Yalnızca yeteneği belirtmek için her ikisi de kullanılabilir:
When I was young I could/ was able to climb any tree in the forest.: Genç­ken ormandaki her tür ağaca tırmanabilirdim/ tırmanabiliyordum.
2 Yetenek + belirli bir eylem için was able kullanınız:
Although the pilot was badly hurt he was able to explain what had happened. (He could and did explain.): Pilot ciddi biçimde yaralı oldu­ğu halde olup bitenleri anlatabilirdi. (Anlatacak durumdaydı ve anlattı.)
The boat capsized quite near the bank so the children were able to swim to safety. (They could and did swim.) : Kayık kıyıya oldukça yakın bir yerde alabora oldu, dolayısıyla çocuklar yüzüp kurtulabildiler. (Yüzebiliyorlardı ve yüzdüler.)
Ancak bu kural, eylemin gerçekleşmediği olumsuzda ve duyu fiillerinde gev­şer:
He read the message but he couldn't/ wasn't able to understand it. : Me­sajı okudu ama anlayamadı.
I couldn't/wasn't able to see him through the window. : Onu pencereden göremedim.
D Geçmiş öncesi (past perfect) biçimi had been able'dır:
He said he had lost his passport and hadn't been able to leave the country. : (Pasaportunu yitirmiş olduğunu ve yurtdışına çıkamamış ol­duğunu söyledi.) Pasaportunu yitirdiği ve yurtdışına çıkamadığını söyle­di. (Dolaylı aktarımda could'un kullanımı için bak: 312.)
138 could + -miş'li mastar
A Bu biçim, eylemin gerçekleşmediği geçmiş zamandaki yetenek için:
I could have lent you the money. Why didn't you ask me? : Ben sana o parayı ödünç verebilirdim. Neden bana sormadın? (Ayrıca bak: 154.)
ya da eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmediğimiz zaman kullanılır:
The money has disappeared! Who could have taken it? : Para yok oldu! Kim almış olabilir ki?
Tom could have (taken it); he was here alone yesterday. : Tom (almış olabilir); dün burada yalnız başınaydı.
Şu cümleleri karşılaştırınız:
He was able to send a message. : Bir mesaj gönderebildi. (Gönderdi.)
He could have sent a message. : Bir mesaj gönderebilirdi/göndermiş olabilir. (Ya göndermedi ya da gönderip göndermediğini bilmiyoruz. Ayrıca bak: 135.)
B could + -miş'li mastar ayrıca bir eylemin gerçekleşmemiş olmasından doğan rahatsızlık ya da öfkeyi de ifade eder:
You could have told me =
I am annoyed/ disappointed (hat you didn't tell me. You should have told me. : Bana söyleyebilirdin = Bana söylemediğin için sinirlendim/düş kırıklığına uğradım. Bana söylemeliydin.
Konuşanın vurgulamak istediği sözcük üzerinde güçlü bir vurgu bulunur. (Aynı biçimde kullanılan might için bak: 285.)

may, ve can: izin ve olasılık

12 may, ve can: izin ve olasılık
İzin
127 may'in izin için kullanılışı:
Biçim
Şimdi ve gelecekte bütün kişiler için may.
Şartta ve geçmiş zamandaki fiillerden sonra might.
Olumsuz: may not/mayn't, might not/ mightn't.
Soru: may I? might I? vb.
Olumsuz soru: may I not/mayn't I? might I not/mightn't I?
Öteki biçimleri allow, be allowed ile oluşturulur.
may'i yalın mastar izler.
128 can'in izin için kullanılışı:
Biçim
Şimdi ve gelecekte bütün kişiler için can.
Geçmişte ve şartta: could.
Olumsuz: cannot/ can't, could not/ couldn't,
Soru: can I? could I? vb.
Olumsuz soru: can I not/ can't I? could I not/ couldn't I? vb.
Öteki biçimleri allow, be allowed ile oluşturur.
can'i yalın mastar izler.
129 may ve can'in şimdiki ve gelecekte izin için kullanılışı
A Birinci şahıs
I/ we can, en olağan biçimdir:
I can take a day off whenever I want. : İstediğim zaman bir gün işe gelmeyebilirim.
'I/ We have permission to ...' (. . .meye iznimiz var) anlamında I/ we may de denebilir:
I may leave the office as soon as I have fînished. : işim biter bitmez bürodan çıkabilirim/çıkma iznim var.

Ancak bu, sık kullanılan bir yapı değildir; şu yapı daha doğal olmaktadır:
I can leave/l'm allowed to leave ...:.. .ayrılabilirim/ayrılma iznim var.
I/ we may/ might, dolaylı aktarımda daha olağandır:
'You may leave when you've finished,' he says/ said ~ He says we may leave/ He said we might leave . . . : 'İşiniz bitince gidebi­lirsiniz', diyor/ dedi = İşimiz bitince gidebileceğimizi söylüyor/söyledi.
Fakat halk dilinde can/ could diyebiliriz:
He says we can leave/ He said we could leave. : Gidebieceğimizi söyledi/söylüyor.
B İkinci şahıs
Burada may, özellikle konuşan kişi izin verdiği zaman kullanılır. You may park here (Burada park edebilirsiniz), 'I give you permission to park' (Size parketme izni veriyorum) demektir. Normal olarak 'The police etc. allow you to park' (Polis vb. park etmenize izin veriyor) ya da 'You have a right to park' (Park etmek hakkına sahipsiniz) anlamına gelmez.
Burada can, may'e biçimsel olmayan bir seçenek oluşturabilir. Fakat can aynı zamanda, izne sahip olma kavramını iletmekte de kullanılabilir. You can park here (Burada park edebilirsiniz), 'I allow it/ The poliçe allow it/ You have a right to park here' (Park etmenize izin veriyorum/ Polis izin vermiyor/ etmeye hakkınız var) anlamına gelebilir.
Aynı biçimde You can take two books home with you (Eve yanınızda iki kitap götürebilirsiniz), 'I allow it/The library allows it' (Buna ben/kütüphane izin veriyorum/veriyor) anlamına gelebilir. You can't eat sandwiches in the library de, 'I don't allow it/ The librarian doesn't allow it' (Buna ben izin vermiyorum/kütüphane izin vermiyor) ya da 'it isn't a proper thing do' (Bunu yap­mak doğru değil) anlamına gelebilir.
Bir koşul havası could kullanılabilir:
Why don't you ring him? You can/could use myphone. : Neden onu aramıyorsun? Benim telefonumu kullanabilirsin.
could ayrıca girişinde geçmiş zaman bir fiil bulunduğu zaman dolaylı akta­rımda da kullanılabilir:
He said I could use his phone. : Telefonunu kullanabileceğimi söyledi.
C Konuşan kişi izin verdiği zaman yukarıda B'de olduğu gibi may kullanılabi­lir:
He may take my car. (I give him permission to take it.) : Benim arabamı alabilir. (Almasına izin veriyorum.)
They may phone the office and reverse the charges. (I give them permission.) : Büroya telefon edip faturaları başka isme yazdırabilirler. (Onlara izin veriyorum.)
Ancak may daha çok kişisel olmayan ifadelerde yetki ya da izni belirtmek için kullanılır:
In certain circumstances a police officer may (= has the right to) ask a driver to take a breath test. : Bazı durumlarda polis sürücüden soluk tes­tini yapmasını isteyebilir (bu hakka sahiptir).
If convicted, an accused person may (= has the right to) appeal. : Hü­küm giydiği zaman sanık [yargıtaya] başvurabilir (bu hakka sahip).
SCRABBLE RULES: No letter may be moved after it his been played. DİLMECE KURALLARI: Oynandıktan sonra hiçbir harf yerinden oynatılamaz.
Teklifsiz Ingilizcede can/ can't kullanılabilir:
He can take the car. : Arabayı alabilir.
They can phone the office. : Büroya telefon edebilirler.
A police officer can ask a driver . . . : Bir polis memuru sürücüden .
. . isteyebilir.
An accused person can appeal. : Sanık başvurabilir.
No letter can be moved . . . : Hiçbir harf . . . oynatılmaz.
130 could ya da was/ were allowed to'nun geçmişte izin için kullanılışı
could, geçmişte genel bir izni de ifade edebilir:
On Sundays we could (= were allovved to) stay up late. : Pazarları, geç vakte kadar oturmamıza izin verilirdi.
Belirli bir eyleme izin verilip bu eylem yerine getirildiği zaman could yerine was/ were allowed to kullanırız:
I had a visa so I was allowed to cross the frontier. : Vizem vardı; dolayı­sıyla sınırı geçmeme izin verildi.
Ancak couldn't'un could'dan daha geniş bir kullanım alanı vardır:
We couldn't bring our dog into the restaurant. : Köpeğimizi lokantaya getiremedik/getiremiyorduk/getiremezdik. Bunun tersi:
We were allowed to bring...... .getirmemize izin verildi/veriliyordu/ve­rilirdi, olur.

-miş'li fiil yapılarında (perfect tenses) ve edilgenlerde (passive) allowed kullanılmalıdır :
Since his accident he hasn't been allowed to drive. : Geçirdiği kazadan bu yana araba kullanmasına izin verilmiyor.
As a child he had been allowed to do exactly what he liked. : Çocuklu­ğunda her istediğini yapmasına izin veriliyordu.
(might/ could'un dolaylı aktarımda kullanılışı için bak: 129 A.)
131 İzin isteği (Ayrıca bak: 283)
A can I?, could I?, may I?, might I?'in hepsi olabilir ve şimdi ya da gelecek için kullanılabilir, can I? en teklifsizidir.
Bu dördü arasında en yararlı olanı could I'dır, çünkü hem biçimsel hem de teklifsiz isteği ifade edebilir.
may I? could I?'dan biraz daha biçimselse de her iki tip rica için de kullanılabilir.
might I? may I?'dan daha ayrıdır ve yanıt konusunda daha büyük bir belir­sizliği ifade eder.
B can't I? ve couldn't I? olumsuz biçimleri konuşanın olumlu bir yanıt umduğunu göstermekte kullanılır:
Can't I stay up till the end of the programme? : Programın sonuna kadar oturamaz mıyım?
Couldn't I pay by chegue? : Çekle ödeyemez miyim?
C can I? ve could I?'lı ricalara verilecek yanıtlar normal olarak şöyledir:
Yes, you can. Yes, of course (you can).
No, you can't.
may I? ve might I?'lı ricalara verilecek yanıtlar normal olarak şöyledir:
Yes, you may. Yes, of course (you may).
Olumsuz bir yanıt için No you may not kullanılabilir fakat normal olarak bu­nun yerine daha ılımlı bir ifade kullanılır:
I'd rather you didn't. : (öyle yapmamanı) yeğlerim.
I'm afraid not. : Korkarım olmaz (onu yapamazsın).
D İzinle ilgili sorular şimdiki zaman can ya da am/is/are allowed to, geçmişte de could ya da was/were allowed to ile ifade edilir:
Can Tom use the car whenever he likes? : Tom arabayı ne zaman isterse kullanabiliyor mu?
Is Tom allowed to use the car? : Tom* un arabayı kullanmasına izin verili­yor mu?
Could students choose what they wanted to study? : Öğrencilere istedik­leri (konuları) okumalarına izin veriliyor muydu? Were students allowed to choose . . . ? : (Anlam aynı / Ç.N.)
Olasılık
132 Olasılık için may/might
A Biçim
Şimdi ve gelecekte may/ might.
Şartta ve geçmiş zamandaki fiillerden sonra might.
Olumsuz: may not/ mayn’t/ might not/ mightn't.
Soru: Aşağıda E'ye bakınız.
Mastar: to be + likely
B may/ might + şimdiki zaman mastarı, şimdi ya da gelecekteki olasılığı ifade edebilir:
He may/might tell his wife. (Perhaps he tells/ will tell his wife.): Karısına söyleyebilir. (Belki karısına söylüyordur/söyler.)
He may/might emigrate. (Perhaps he will emigrate.): Göç edebilir. (Belki göç eder.)
Ann may/ might know Tom's address. (Perhaps Ann knows . . .): Ann, Tom'un adresini bilebilir. (Belki . . . biliyordur.)
Aynı biçimde, süreklilik mastarı (continuous infinitive):
He may/ might be waiting at the station. (Perhaps he is waiting at the station.): İstasyonda bekliyor olabilir. (Belki de istasyonda bekliyordun)
He may/might be waiting at the station when we arrive. (Perhaps he will be waiting . . .) : Vardığımızda istasyonda bekliyor olabilir. (Belki de . . . bekliyor olacak.)


C may ya da might'ın şimdi ve gelecekteki olasılığı göstermesi.
Normal olarak her ikisi de kullanılabilir, might, kuşkuyu biraz daha artırır. Konuşmada bu kuşku ağırlığını, may/might'ı vurgulayarak da belirtebileceğimize dikkat ediniz. Tom 'may lend you the money (may üzerinde güçlü vur­gu) ([Eh], Tom bu parayı sana ödünç verebi'lir), bu olasılığın pek büyük ol­madığı anlamını taşır. Tom might lend you the money (might üzerinde güç­lü vurgu) (Tom bu parayı sana verebilir - belki), 'I don't think this is at all likely/I think it is unlikely' (Bunun olası olduğuna inanmıyorum/Bence bu olası değil) anlamım taşır.
D Şartta ve ifadenin geçmiş zamandaki bir fiile sunulduğu durumlarda might kullanılmalıdır:
If 'you invited him he might come. : Onu sen çağırdıysan gelebilir.
I knew we might have to wait at the frontier, : Sınırda beklemek zorunda kalabileceğimizi biliyordum.
He said he might hire a car. : Bir araba kiralayabileceğini söyledi. (Dolay­lı aktarım)
E Olumsuz ve soruda may/might
Olumsuzda bir sorun ortaya çıkmaz:
He may/might not believe your story. (Perhaps he vvon't/doesn't believe your story.): Anlattıklarına inanmayabilir. (Belki de anlattıklarına inanmaz/inanmıyordur.)
Soru normal olarak do you think? ya da be + likely yapısı ile ifade edilir:
Do you think he's alone? : Sence yalnız mıdır?
Do you think he believes your story?: Anlattıklarına inanır/inanıyor mu dersin?
Is it likely that the plane will be late? : Uçağın gecikme olasılığı var mı?
Is the plane likely to be late? : Uçağın gecikmesi olası mı?
Olasılık için may? cümlenin başında hemen hiç görülmez. Daha sonra kullanılabilir:
When may we expect you? : (Sizi ne zaman bekleyebiliriz?) Ne zaman gelebilirsiniz?
What may be the result of the new tax? : (Yeni verginin sonucu ne olabi­lir?) Yeni vergi ne gibi sonuçlar doğurabilir?
Ancak daha çok be + likely ya da think'li bir kalıp kullanılır:
When are you likely to arrive? : Ne zaman gelebilirsiniz?
What do you think the result will be? : Sonuç ne olur dersin?
might'ı kullanmak olasılığı zor da olsa vardır:
Might they be waiting outside the station? : İstasyonun dışında bekliyor olabilirler mi?
Fakat Could they be waiting? (Bekliyor olabilirler mi?) veya Do you think they are waiting? (Bekliyorlar mı dersin?) daha yaygındır (Bak: 134).
Ancak olumludaki (soru olmayan) may/ might, bir sorunun bir bölü­münü oluşturabilir:
Do you think he may/ might be able to pay? : Ödeyebilirler mi sence?
(Bu tür soru için 104'e bakınız.)
133 may/ might + -miş'li mastar
A Bu, geçmişteki eylemlerle ilgili spekülasyonlarda kullanılır:
He may/might have gone. : Gitmiş olabilir
= it is possible that he went/has gone. : Gitmiş olması olanağı var.
ya da
Perhaps he went/has gone. : Belki (de) gitmiştir.
132 D'de gösterildiği gibi, ana fiil bir geçmiş zaman yapısındaysa might kullanılmalıdır:
He said/ thought that she might have missed the plane. : (Kızın) uçağı kaçırmış olabileceğini söyledi/olabileceğini düşünüyordu.
Belirsizlik artık sürmüyorsa may değil, might kullanılmalıdır:
He came home alone. You shouldn't have let him do that; he might have got lost. : Tek başına geldi. Buna izin vermemeliydin; yolunu kaybedebi­lirdi. (Ama kaybetmedi.)
Böylece:
You shouldn't have drunk the wine: it may/might have been drugged. : Şarabı içmemeliydin; içine ilaç konmuş olabilir/olabilirdi.
cümlesinde it may have been drugged (ilaç konmuş olabilir) sözcükleri şara­bın ilaçlı olup olmadığına ilişkin kuşkumuzun sürdüğünü gösterir; it might have been drugged aynı anlama gelebileceği gibi (ilaç konmuş olabilir) ilaç konmamış olduğunu bildiğimizi de (konmuş olabilirdi) gösterebilir. Konu hiç sınamaya sokulmadığı zaman,
Perhaps we should have taken the other road. it might have been quicker.: Belki de öteki yoldan gitmeliydik; daha kısa olabilirdi.
it's a good thing you didn't lend him the money. You might never have got it back. : Ona parayı ödünç vermediğin iyi oldu/olmuş. Sana onu hiç ödeyemezdi.

örneklerinde olduğu gibi may değil might kullanırız.
Bu türden cümleler üçüncü tip şart cümlelerine çok benzemektedir:
If we had taken the other road we might have arrived earlier. : Öteki yol dan gitseydik daha erken varabilirdik.
B Şart cümlelerinde kesin yerine olası bir sonucu belirtmek için will/ would yeri ne may/ might kullanırız:
If he sees you he will stop. : Seni görürse durur, (kesin)
If he sees you he may stop. : Seni görürse durabilir, (olası)
Aynı biçimde:
If you poured hot water into it, it might crack ve
If you had left it there, someone might have stolen it. : İçine sıcak sııcak su dökseydin çatlardı.
Onu orada bıraksaydın biri onu çalabilirdi.
(Bak: 232 B.)
134 may/ might'a karşı bir seçenek olarak could
A could, may/ might yerine kullanılabilir:
I wonder where Tom is. ~ He may/might/could be in the library. : Tom nerede? ~ Kütüphanede olabilir.
Aynı biçimde be sürekli mastarın bir parçası olduğu zaman:
I wonder why Bill isn't here. ~ He may/might/could still be waiting for a bus. (Perhaps he is still waiting for a bus.) : Acaba Bill neden hala gelmedi? ~ Otobüs bekliyor olabilir. (Belki de otobüs bekliyordun)
ve be edilgen bir mastarın bir bölümü olduğu zaman:
Do you think the plane will be on time? ~ I don't know. it may/migh could be delayed by fog. : Sence uçak zamanında gelir mi? ~ Bilmiyorum. Sisten dolayı gecikebilir.
Soruda could da might da kullanabiliriz:
Might/Could he be waiting for us at the station? (Do you think he waiting ...?): İstasyonda bizi bekliyor olabilir mi? (. . . bekliyor mudi dersin?)
Ancak olumsuzda could ile may/ might arasında bir ayrım vardır:
He may/might not be driving the car himself. (Perhaps he isn't driving the car himself.) : Arabayı kendi sürmüyor olabilir. (Belki de sürmüyordur.)
Fakat He couldn't be driving the car himself (Arabayı kendi sürüyor olamaz), olumsuz bir sonuç çıkarma ifadesidir. This is impossible. He can't drive' (Bu olanaksız. O araba süremez) anlamındadır.
B could + herhangi bir fiilin -miş'li mastarı (perfect infinitive), may/ might + -miş'li mastarın (olasılık) yerine kullanılabilir.
I wonder how Tom knew about Ann's engagement. ~ He may/might/ could have heard it from Jack. (Perhaps he heard it from Jack.): Acaba Tom, Ann'in nişanlandığını nasıl öğrendi? ~ Jack'ten duymuş olabiir. (Bel­ki de Jack'ten öğrenmiştir.)
Yukarıda A'da olduğu gibi soru might ya da could kullanabiliriz:
Could/Might the bank have made a mistake? (Do you think it is possible that the bank [has] made a mistake?) : Banka bir hata yapmış olabilir mi? (Bankanın bir hata yapmış olma olasılığı var mı?
Ancak olumsuzda anlamlar değişir:
Ann might not have seen Tom yesterday. (Perhaps she didn't see him.) : Ann Tom'u dün görmemiş olabilir. (Belki onu görmedi.)
Buna karşılık:
Ann couldn't have seen Tom yesterday. (Olumsuz sonuç çıkarma: Per­haps Ann and Tom were in different towns.) : Ann Tom'u görmüş ola­mazdı. (Belki Ann ve Tom ayrı kentlerdeydiler.)
135 can'in olasılık göstermesi
A Genel anlamda olasılık:
özne + can, 'it is possible' (olasıdır), dolayısıyla koşullar elvermektedir an­lamına gelebilir. (Bu, may'le ifade edilen olasılıktan oldukça ayrıdır:
You can ski on the hills. (There is enough snow.): Tepelerde kayak yapabilirsiniz. (Yeterince kar var.)
We can't bathe here on account of the sharks. (it isn't safe.): Köpekba­lıkları yüzünden burada denize giremiyoruz. (Güvenceli değil.)
Can you get to the top of the mountain in one day? (Is it possible?) : Bir günde dağın tepesine varabilir misin? (Bu olanaklı mı?)
B can ayrıca, belirli durumlarda ortaya çıkan olasılık için de kullanılabilir:
Measles can be quite dangerous. (Sometimes it is possible for them to be quite dangerous/ Sometimes they are quite dangerous.): Kızamık ol­dukça tehlikeli olabilir. (Bazen oldukça tehlikeli olma olasılığı vardır / Bazen oldukça tehlikeli olur.)
The Straits of Dover can be very rough. (it is possible for the Straits to be rough; this sometimes happens.): Dover kıyıları çok dalgalı olabilir. Straits [Kıyı Bölgesi'nin] dalgalı olma olasılığı var; bu bazen olur.)
Geçmişte could kullanılır:
He could be very unreasonable. (Sometimes he was unreasonable; this was a possibility.): Bazen hiç de makul olmayabiliyordu. (Bazen makul değildi; bu olasıydı.)
can bu biçimiyle yalnız şimdi ya da geçmiş zaman yapısında ve özellikle olum­luda kullanılır.

be, have, do

11 be, have, do
Yardımcı fiil olarak be
113 Biçim ve fiil yapısının oluşumunda kullanılması
A Biçim
Temel biçimleri: be, was, been
İsimfiil/şimdiki zaman ortacı: being

Şimdiki zaman:
Olumlu Olumsuz Soru
I am/I'm I am not/I'm not am I?
you are/you 're you are not/you're not are you?
he is/he's he is not/he's not is he?
she is/she's she is not/she's not is she?
it is/it 's it is not/it 's not is it?
we are/we're we are not/y/e're not are we?
you are/you're you are not/you're not are you?
they are/t hey're they are not/t hey're not are they?
Öteki kısaltma biçimleri: you aren't/he isn't, vb.
Olumsuz soru: am I not/ aren 't I? are you not/aren 't you? is he not/isn't he?
vb.

Geçmiş zaman:
Olumlu olumsuz soru
I was (Ben) . . .dim I was not/wasn't was I?
you were you were not/weren't were you?
he/she/it was he/she/it was not/wasn't was he/she/it?
we were we were not/weren't were we?
you were you were not/weren't were you?
they were they were not/weren't were they?
Olumsuz soru biçimi, şöyledir: was l not?/ wasn't I? were you not?/ weren't you?, vd. (değil miydim?/değil miydin?, vd.)
be'nin diğer zamanları, sıradan fiillerin bağlı bulunduğu kurallara uyarlar. Fa­kat: (1) edilgen çatı (passive voice) (2) 115 B'de gösterilen durum dışında be, süreklilik zamanlarında (continuous tenses) kullanılmaz.
B Fiil zamanlarının kuruluşunda
be, etken süreklilik kalıbında kullanılır:
He is working/ will be working, etc. : Çalışıyor/çalışmakta olacak, vb.
Edilgen çatıda da kullanılır:
He was followed/ is being followed. : İzlendi/ izleniyor.
Edilgen çatıda be'nin süreklilik biçiminde kullanılabildiğine dikkat ediniz:
Etken: They are carrying him. : Onu taşıyorlar.
Edilgen: He is being carried. : Taşınıyor.
(be'nin sıfatlarla süreklilik yapısında kullanılışı için bak: 115 B.)
114 be + mastar
A be + mastar kalıbı (örneğin, I am to go) son derece önemli olup şu biçimlerde kullanılabilir:
1 Emirleri veya talimatı aktarmak için:
No one is to leave the building without the permission of the police. : Kimse polisin izni olmaksızın binadan ayrılmayacaktır.
(No one must leave. : Kimse ayrılmamalıdır.)
He is to stay here tül we return. : Biz dönene kadar burada kalacaktır.
(He must stay. : Kalmamalıdır)
Bu, buyruk vermenin biraz resmi bir yolu olup en çok üçüncü şahısla kullanılır. You ile kullanıldığı zaman, bu cümleyi söyleyen kişinin, bir başkası tarafından verilen buyrukları aktarmakta olduğunu gösterir, (a) 'Stay here, Tom.' (Burada kal, Tom.) ile (b) 'You are to stay here, Tom.' (Burada kalacaksın, Tom.) arasındaki fark şudur: (a)'da, cümleyi söyleyen kişi Tom'un kalmasını istemektedir. Oysa (b)'de cümleyi söyleyen kişi, bir başkasının isteğini Tom'a aktarmaktadır yalnızca.
Şüphesiz bu fark dolaylı aktarımda ortadan kalkmaktadır. Be + mastar kalı­bı dolaylı emirlerin ifadesinde, özellikle giriş fiili şimdiki zamandaya, son de­rece yararlı bir yöntemdir:
He says, 'wait till I come.' : 'Ben gelinceye kadar bekle', diyor. = He says that we are to wait till he comes. : O gelinceye kadar bekleme­miz gerektiğini söylüyor.
Emir cümlesinden önce bir cümlecik bulunduğu zaman da bu yöntem çok yararlıdır:
He said, 'lf I fall asleep at the wheel wake me up.': 'Eğer direksiyon ba­sında uyuyakalırsam beni uyandır.' dedi.
= He said I hat if he fell asleep at the wheel she was to wake him up. : Direksiyonda uyuyakalırsa, onu uyandırması gerektiğini söyledi.
Bu kalıp ayrıca, talimat sormak için soruların aktarılmasında kullanılır:
'Where shall I put it, sir?' he asked. : 'Bunu nereye koyayım, Efendim?' diye sordu.
= He asked vvhere he was to put it. : Onu nereye koyması gerektiğini sor­du.
(Ayrıca 318 B'ye bakınız.)
2 Bir planı anlatmak için:
She is to be married next month. : Gelecek ay evleniyor.
The expedition is to start in a week. : Gezi bir hafta içinde başlıyor.
Bu kalıp, gazetelerde çok kullanılır:
The Prime Minister is to make a statement tomorrow. : Başbakan yarın bir açıklama yapacaktır.
Haber başlıklarında be, yerden tasarruf için çoğu kez kaldırılır:
Prime Minister to make a statement tomorrow. : Başbakan yarın bir açık­lama yapıyor.
Geçmiş zaman biçimleri:
He was to go. : Şimdiki zaman mastar.
He was to have gone. : -miş'li mastar.
Bunlardan birincisi planın uygulanıp uygulanmadığını bildirmez. (Gitmesi gerekiyordu/ gidecekti ) İkincisi, uygulanmamış bir planı anlatır. (Gitmiş olması gerekiyordu/ Gidecekti -ama gitmedi.)
The Lord Mayor was to have laid the foundation stone but he was taken ill last night so the Lady Mayoress is doing it instead. : Temel taşını Bele­diye Başkanı koyacaktı, fakat dün gece hastalandı. Bu nedenle onun yeri­ne bu işi Başkan'ın eşi yapacaklar.
B was/ were + mastar, alınyazısı izlenimi verir.
He received a blow on the head. it didn't worry him at the time, but it was to be very troublesome later. (= turned out to be/ proved to be very troublesome.) : Başından bir darbe yedi. Bu, o anda onu pek düşündürmedi ama meğer daha sonra başına iş açacakmış. = sonradan başına iş açtı/ciddi bir sorun halini aldı.
They said goodbye, little knowing that they were never to meet again (= never destined to meet again.) : Vedalaştılar, bir daha hiç karşılaşmayacaklarını bilmeden. = Meğer bir daha karşılaşmak hiç nasip olmayacak­mış!
C be about + mastar, son derece yakın bir geleceği belirtir, (-mek üzere):
They are about to start. : Başlamak üzereler.
= They are just going to start. : Hemen şimdi başlıyorlar.
They are on the point of starting. : Başlama noktasındalar.
Geleceğin çok daha yakın olduğunu göstermek için just (hemen şimdi) eklenebilir:
They are just about to leave. : Hemen şimdi gitmek üzereler.
Aynı biçimde geçmişte:
He was just about to dive when he saw the shark. : Dalması an meselesiydi ki köpek balığını gördü.
be on the point of + isim fiil be about + mastar ile aynı anlamdadır, fakat ilkindeki olay daha yakındır.

Sıradan fiil olarak kullanılan be
Biçim: Yardımcı olarak kullanılan be gibi (Bak: 113 A).
115 Varoluş göstermek için, be + sıfat
A be, bir kişi veya nesnenin varlığını bildirmek veya onun hakkında bir bilgi vermek için normal olarak kullanılan fiildir:
Tom is a carpenter. : Tom, bir marangoz/dur.
The dog is in the garden. : Köpek bahçede/dir.
Malta is an island. : Malta bir ada/dır.
The roads were rough and narrow. : Yollar bozuk ve dardı.
Gold is a metal. : Altın bir metaldir.
Peter was tall and fair. : Peter uzun boylu ve sarışındı.
B Fiziksel ya da zihni durum:
I am hot/ cold. : Çok sıcak/Üşüdüm.
He was excited/ calm. : Heyecanlıydı/Sakindi.
They will be happy/ unhappy. : Mutlu/Mutsuz olacaklar.
quiet/noisy, (sessiz/gürültülü), good/bad (iyi/kötü), wise/foolish (akıllıca/ap­talca), gibi bazı sıfatlarda be'nin süreklilik (continuous) biçimi kullanılabilir, ör.: 'Tom is being foolish' (Tom aptallık ediyor), Tom'un şu anda bu özelliği sergilemekte olduğunu göstermektedir. Tom'un şu anda aptalca konuştuğunu ya da davrandığını belirten bu, 'Tom is being foolish' ile Tom'un her zaman aptalca konuştuğunu ya da davrandığını gösteren 'Tom is foolish (Tom aptal­dır)'! karşılaştırınız. Aynı biçimde:
The children are being quiet. = They are playing quietly now. : Çocuklar sessiz duruyorlar. = Şu anda sessizce oynuyorlar. Fakat: The children are quiet. = They usually play quietly. : Çocuklar sessizdir. = Çocuklar genellikle sessizce oynar.
Başka sıfatlar:
annoying generous/mean
(insanı kızdıran) (eliaçık/pinti)
cautious/rash helpful/unhelpful
(tedbirli/pervasız) (yardım eder/etmez)
clever/stupid irritating
(akıllı/aptal) (rahatsız edici)
difficult myterious
(zor) (gizemli, esrarlı)
economical/extravagant optimistic/pessimistic
(ekonomik/savruk) (iyimser/kötümser)
formal polite
(biçimsel, resmi) (terbiyeli, nazik)
funny selfish/unselfish
(komik) (bencil/başkalarını düşünür)
Bunlardan bir bölümü, örneğin stupid, difficult, funny, polite, be'nin süreklilik biçimiyle kullanılır ve öznenin özellikle öyle davrandığını gösterir:
You are being stupid. : Aptal rolü oynuyorsun.
cümlesi, ' You are not trying to understand. : Anlamaya çalışmıyorsun.' anla­mına gelebilir.
He is being difficult. : Zorluk çıkarıyor,
ise genellikle 'He is raising unnecessary objections. : Gereksiz itirazlarda bulunuyor’ demektir.
He is being funny. : Numara yapıyor.
= He is only joking. Don't believe him. : Yalnızca şaka yapıyor. Ona inan­ma.
She is just being polite. : Nezaketinden öyle söylüyor. herhalde 'She is only pretending to admireyour car/clothes/house. vb. (Ara­bana/giysilerine/evine hayran görünüyor, yoksa değil)' demektir.
C Yaş belirtirken
How old are you? ~ I am ten/ I am ten years old. : Kaç yaşındasın? ~ Onundayım/ On yaşındayım. [Fakat 'I am ten years. (On yılım)' denmez.]
How old is the tower? ~ it is 400 years old. : Kule kaç yıllık? ~ 400 yıllık. (Nesnelerin yaşını verirken years old kullanılmalıdır.)
D Ölçü (Ebad) ve ağırlık belirtirken
How tall are you?/ What is your height? ~ I am 1.65 metres. : Boyun ne kadar? ~ 1.65 m.
How high are we now? ~ We're about 20,000 feet. : Ne kadar yüksekte­yiz? ~ Yaklaşık 20.000 fit ([ayak]'teyiz.)
What is your weight?/What do you weigh/How much do you weigh ~ I am 65 kilos/ I weigh 65 kilos.: Kilon ne kadar?/Kaç kilosun/Ne kadar çe­kiyorsun? - 65 kiloyum/65 kilo çekiyorum.
(Kuşkusuz 'çekmek' fiili in­sanlar için kullanılmaz. Yalnızca weigh fiilinin İngilizcedeki kullanılışını göstermek için verdik, İngilizcede weigh: çekmek.)
E Fiyat
How much is t his melon?/ What does the melon cost? ~ it's £1. : Kavun (kapruz) kaça? Bir sterlin.
The best seats are (= cost) £5. : En iyi koltuklar 5 sterlin.
'cost', ayrıca 'mal olmak' olarak da çevrilebilir. Ancak buradaki çeviriye uymamaktadır.
How much did the repair cost? : Onarım kaça mal oldu?
116 there is/ are, there was/ were, vb.
Belirsiz bir kişi ya da nesneyi gösteren bir isim be fiilinin öznesi olduğu zaman, normal olarak there + be + isim yapısını kullanınz. A policeman is at the door (Bir polis kapıda) diyebiliriz, ancak There is a policeman at the door (Kapıda bir polis var) daha doğal olur.
There'in özne gibi görünmesine karşın gerçek öznenin fiili izleyen isim olduğuna ve bu çoğulsa fiilin de çoğul olacağına dikkat ediniz:
There are two policemen at the door. : Kapıda iki polis var.
Yukarıdaki cümlelerde her iki yapı da (isim + be ve there + be + isim) kullanılabilir. Fakat be, exist/ happen/ take place anlamında (var olmak/ olmak/ olmak [= vuku bulmak]) kullanıldığı zaman there yapısı gereklidir:
There is a mistake/ There are mistakes in this translation. :
Bu çeviride bir hata/birkaç hata var.
Bu cümleler A mistake is/ Mistakes are vb. biçiminde yazılamazlar. Aşağıdaki örneklerde there yapısının isim/ zamir + be ile değiştirilebileceği durumlarda (D) harfi kullanılmıştır:
There have been several break-ins this year. : Bu yıl birkaç hırsızlık olayı görülmüştür.
There will be plenty of room for everyone. : Herkes için bol bol yer bulu­nacak.
There are hundreds of people on the beach. : Plajda yüzlerce insan var. (D)
B there aynı biçimde, someone/ anyone/ no one/ something vb. ile de kullanılabilir:
There's someone on thephone for you. : Telefonda seni arayan biri var.
C there + be + something/ notbing/ anything + sıfat da kullanılabilir:
Is there anything wrong with your car? ~ No, there's nothing wrong mth it. : Arabanın bir arısazı mı var? (D) ~ Hayır, onda bir sorun yok. (D)
There's something odd/strange about this letter. : Bu mektupta bir tu­haflık var.
D isim + someone/ something vb'den sonra bir ilgi cümleceği:
There is a film I want to see. : Görmek istediğim bir film var.
There is something I must say. : Söylemek zorunda olduğum bir şey var.
ya da bir mastar bulunabilir:
There's nothing to do. : Yapacak bir şey yok.
(nothing that we can do/must do; bak: 250)
E there yapısı bir başka yardımcı + be:
There must be no doubt about this. : Bu konuda hiçbir kuşku bulunmamalıdır.
There may be a letter for me. : Bana bir mektup olabilir.
ya da seem + be, appear + be ile kullanılabilir:
There seems to be something wrong here. : Burada bir yanlışlık/ terslik var görünüyor.
F Yukarıdaki biçimiyle kullanıldığında there her zaman vurgusuzdur. Bu biçimde kullanılan there ile vurgu alan ve zarf olarak kullanılan there'i birbiriyle ka­rıştırmayınız:
There's a man I want to see. : İşte görmek istediğim bir adam. (Kapı­da duruyor.)
Şu, yukarıdakinden ayrıdır:
There's a man I want to see. : Görmek istediğim bir adam var. (Böyle bir adam yaşıyor.)
117 it is ve there is'in karşılaştırılması it is'in kullanılışları için 67'ye bakınız. İki yapı arasında karışıklığı önlemek için örnek vermek iyi olur:
1 it is + sıfat; there is + isim:
It is foggy/There is a fog. : Hava sisli/Sis var.
It was very wet/ There was a lot of rain. : Hava yağmurluydu/Çok yağ­mur vardı.
It won't be very sunny/ There won't be much sun. : Güneşli olmaya­cak/ Çok güneş olmayacak.
2 it is, there is'in zaman ve mesafe için kullanılışı:
It is a long way to York. : York uzakta.
There is a long way still to go. (We have many miles stili to go.) : Daha
gidilecek çok yol var. (Gidilecek birçok milimiz var.)
It is time to go home. (We planned to start home at six and it is six now.):
Eve gitme zamanı. (Eve gitmek üzere altıda kalkmayı planlamıştık ve şimdi
saat altı.)
There is time for us to go home and come back here again before the
film starts. (That amount of time exists). : (Eve gitmek için zamanımız var;
film başlamadan önce tekrar buraya gel [zaman miktarı yeterli].)
3 it is kimlik için kullanılır; there is ise there is + isim/zamir kalıbında (var) görülür.
There is someone at the door. I think it's the man to read the meters. : Kapıda biri var. Sanırım bu, sayacı okuyacak adam.
There is a key here. Is it the key of the safe? : Burada bir anahtar var. Kasanın anahtarı mı?
4 it is ve there is girişik cümlelerde kullanılır. (Bak: 67 D).
It was pollution that killed these fish. : Bu balıkları öldüren, kirlenmeydi/ Kirlenmeydi bu balıkları öldüren, (kirlenme; başka bir neden değil), . . . and there's the grandmother, who lives in the granny-flat. : Bir d huzurevinde kalan büyükkanne var.


have: yardımcı fiil
118 Biçim ve fiil yapılarını oluşturmadaki kullanımı
A Biçim
Temel gövdeleri: have, had, had İsimfiil ve şimdiki zaman ortacı: having.
Şimdiki zaman:
Olumlu Olumsuz Soru
I have/I've I have not/haven't have I?
(Benim var) (Bende yok) (Bende var mı?)
you have/you've you have not/haven't have you?
he has/he's he has not/hasn't has he?
she has/she's she has not/hasn't has she?
it has/ilt’s it has not/hasn't has it?
we have/we've we have not/haven't have we?
you have/you've you have not/you haven't have you?
they have/they've they have not/haven't have they?
(Özellikle -miş'li fiil yapılarında [perfect tenses] kullanılan) öteki kısaltma biçimleri: I've not, you've not, he's not, vb.
Olumsuz soru: have I not/haven't I? have you not/haven't you? has he not/hasn't he? vb.
Geçmiş zaman:
Olumlu: bütün kişilerle had/'d
Olumsuz: bütün kişilerle had not/hadn't
Soru: had I? vb.
Olumsuz soru: had l not/hadnt I? vb.
Öteki fiil yapıları sıradan fiillerin kurallarına uyarlar.
B Fiil yapılarını oluşturmada kullanılışları
have, geçmiş zaman ortacı (past participle) ile birleşerek şu fiil yapılarını oluştururlar:
Şimdi öncesi (present perfect): I have worked. : Çalışmış bulunuyorum.
Geçmiş öncesi (past perfect): I had worked. : Çalışmıştım.
Gelecek öncesi: I will/shall have worked. : Çalışmış olacağım,
-miş'li şart (perfect conditional): I would/should have worked. : Çalışmış olur­dum.
119 have + tümleç + geçmiş zaman ortacı Kalıbı
A Bu kalıp, 'Birisini bir iş yapmakla görevlendirdim' gibi bir cümleyi ifade etmenin daha dolambaçsız bir yoludur. Örneğin, 'I employed someone to clean my car : Arabamı temizlemekle birini görevlendirdim' yerine 'I had my car cleaned : arabamı temizlettirdim', diyebiliriz. Veya I got a man to sweep my chimneys : Bir adama bacamı temizleme işini yaptırdım/bacamı temizlettirdim' yerine, 'I had my chimneys swept : Bacalarımı temizlettirdim' diyebiliriz. (NOT: Burada got, '. . .mek üzere para verdim/. . .meye razı ettim' anlamın­dadır.)
Bu, have + özne + geçmiş zaman ortacı dizilişinin korunması gerektiğini unutmayınız, yoksa anlam değişecektir:
'He had his hair cut', 'Saçını kestirdi' anlamındadır.
Oysa:
'He had cut his hair'in anlamı, 'Saçını -kendi- kesmişti (geçmişten önce)' olacaktır.
have'in bu kullanışı sırasında olumsuz ve soru biçimleri do ile yapılır:
Do you have your windows cleaned every month? : Her ay pencerelerini­zi temizletir misiniz?
I don't have them cleaned; I clean them myself. : Onları temizletmem; kendim temizlerim.
He was talking about having central heating put in. Did he have it put in in the end? : (Eve) merkezi ısıtma sistemi yerleştirmekten sözediyordu. Sonunda koydurdu mu?
En son cümlede birbirini izleyen iki in'in baskı yanlışlığı olmadı­ğını hatırlatmak isteriz. Bunlardan birincisi put in : yerleştirmek fiiline, ikincisi ise in the end : sonunda sözcük takımına aittir.
Aynı kalıp süreklilik gösteren fiil zamanlarında da kullanılabilir:
I can 't ask you to dinner as I am having my house painted at the moment. :
Sizi yemeğe çağıramıyorum, çünkü şu sıralarda evimi boyatıyorum.
While I was having my hair done the police towed away my car. : Saçımı yaptırırken polis arabamı -yedekte- alıp götürdü.
The house is too small and he is having a room built on. : Evi çok küçük; bir de oda ekletiyor.
get fiili de aynen yukarıdaki have gibi kullanılır, fakat get daha çok konuşma diline özgüdür. İşi yapan kişiyi söylediğimizde de get kullanılır:
She got him to dig away the snow. : Ona karı temizletti.
(to'suz mastarla birlikte kullanılan have de bu durumda kullanılabilir, fakat get'li kalıp İngiliz İngilizcesinde daha yaygındın)
She had him dig away the snow. : Ona karı temizletti.
B Bu, have + tümleç + geçmiş zaman ortacı kalıbı, genellikle bir kaza veya şanssızlıkla ilgili edilgen bir fiilin yerine de kullanılabilir:
His fruit was stolen bejore he had a chance to pick it. cümlesinin yerine,
He had his fruit stolen befor he had a chance to pick it. de denilebilir. (Daha toplamaya fırsat bulamadan meyvalarını çaldırdı/mey-vaları çalındı.)
Aynı biçimde:
Two of his teeth were knocked out in thefıght. : Kavgada iki dişi kırıldı, yerine,
He had two of his teeth knocked out in the fight. : İki dişi kırıldı. denilebilir.
Görüldüğü gibi yukarıda, A'da, özne, işin yapılmasını söyleyen kişi olduğu halde burada özne, yapılan işten zarar gören taraftır.
Cümlelerde özne bir eşya da olabilir:
The houses had their roofs ripped off by the gale. : Tam çevirisi: Ev, çatı­sını şiddetli rüzgâra uçurttu. (Şiddetli rüzgâr çatıyı uçurdu.)
Burada da have'in yerini get alabilir:
The cat got her tail singed through sitting too near the fire (The cat's tail was singed.) : Kedi ateşe çok yakın oturduğu için kuyruğunu hafifçe yaktı. (Kedinin kuyruğu hafifçe yandı.)
120 had better + çıplak (to'suz) mastar
Buradaki had, gerçekleşemiş geçmiştir; anlamı şimdiki ya da gelecektir.
I had/I'd better start at once/ tomorrow. : Ona hemen/yarın yola çıksan iyi olur.
Olumsuzu, better'dan sonra gelen not'la oluştururlar:
You had better not miss the last bus. : Son otobüsü kaçırmasan iyi olur.
had normal olarak zamirlerden sonra kaynaştırılır, konuşma dilinde duyul­mayacak kadar vurgusuzdur.
had better, normal olarak olumlu soru yapısıyla kullanılmaz, fakat öğüt an­lamında olumsuz soruda bulunur:
Hadn't you better ask him first? : Önce ona sorsan iyi olmaz mı?
Wouldn't it be a good thing to ask him first? : Önce ona sormam iyi ol­maz mı?
you had better, çok yararlı bir öğüt ifadesidir:
You had better fly. : Uçakla gitsin iyi olur. (En iyisi uçakla gitmen, uçak­la gitmeni öğütlerim.)
Dolaylı aktarımda had better, birinci ve üçüncü şahıslarda değişmeden kalır; ikinci şahısta ise had better, ya değişmeden kalır, ya da advise + tümleç + mastar ile aktarılır:
He said, Ann had better hurry.' : 'Ann acele etse iyi olur' dedi.
= He said (that) Ann had better hurry. : Ann acele ederse iyi olur, dedi.
He said, ‘I had better hurry,' : 'Acele edersem iyi olur', dedi.
= He said (that) he had better hurry. : Acele ederse iyi olacağını söyledi.
He said, 'You had better hurry' : 'Acele etsen iyi olur', dedi.
= He said (that) I had better hurry. : Acele edersem iyi olacağını söyledi,
ya da: He advised me to hurry. : Acele etmemi öğütledi.
121 have + tümleç + şimdiki zaman ortacı
A Bu ifade, gelecekteki bir zaman süreci ile kullanılabilir:
I’ll have you driving in three days (As a result of my efforts, you will be driving in three days.) : Sana üç gün içinde araba kullandırtacağım. (Çabalarım sonucu üç gün içinde araba kullanacaksın).
Fakat geçmiş ya da şimdiki zamanda da kullanılabilir:
He had them all dancing (He taught/persuaded them all to dance.): Hep­sine dans ettirdi (Hepsine dans etmesini öğretti/etmeye razı etti.)
I have them all talking to each other (I encourage/persuade them all to talk to each other.): Hepsini birbiriyle konuştururum (Hepsini birbiriyle konuşturmaya teşvik ederim/ikna ederim.)
Bu kalıp soruda da kullanılabilir:
Will you really have her driving in three days? : Gerçekten ona üç günde araba kullandıracak mısın?
Fakat normal olarak olumsuz da kullanılmaz.
B If you give all-night parties you'll have the neighbours complaining. (The neighbours will complain/ will be complaining.) : Tüm gece süren parti­ler verirsen, bir de bakarsın komşular senden yakmıyor.
If film-stars put their numbers in telephone books they'd have everyone ringing them up, (Everyone would ring/would be ringing them up.): Film yıldızları numaralarını telefon rehberlerine koysalar bir de bakarlar ki her­kes onlara telefon ediyor.
Birinci örnekteki you'll have, 'this will happen to you (bu, senin başına ge­lir)'; aynı biçimde ikinci örnekteki they'd have, 'this would happen to them (bu onların başına gelir)' anlamını taşır.
Ifyou don't put a fence round your garden you’ll have people wolking in and stealing your fruit. (People will walk in and steal/wil be walking in and stealing it/this will happen to you.): Bahçenin çevresine çit çek­mezsen bir bakarsın millet elini kolunu sallayarak içeri girip meyvalarını çalıyor.
Bu yapı soru ve olumsuzda kullanılır:
When they move that bus stop you won't have people sitting on your steps waiting for the bus any more. : O otobüs durağını kaldırdıkları za­man millet artık senin merdivenlerine oturup beklemeyecek.
Bu yapı özellikle, yukarıdaki gibi, have fiilinin öznesi için hoş olmayan olay­lar için kullanılır. Fakat hoş olmayan bir yanı bulunmayan durumlar için de kullanılabilir:
When he became famous he had people stopping him in the street and asking for his autograph = When he became famous, people stopped him in the street and asked for his autograph. : Ün kazanınca herkes onu yolda durdurup el yazısını/imzasını istemeye başladı.
‘have + mastar + şimdiki zaman ortacı'nın bu ikinci kullanımı­nın özünü tam olarak ve her karşılığını aktararak verecek bir ifade bulamadık. Bu ya­pıda daha çok, 'başına bu iş belir/bir bakarsın . . .yor' anlamı vardır.
Fakat I won't have + tümleç + şimdiki zaman ortacı normal olarak 'I won't/ don't allow this (buna izin vermem/vermiyorum)' anlamına gelir:
I won't have him sitting down to dinner in his overalls. I make him change them (I won't/don't allow him to sit dovvn. . .) : Onun işçi tulumuyla yemeğe oturmasına izin vermem.
Bu kullanım, yalnız birinci şahısla kullanılır.
(have'in zorunluk göstermesi konusunda bak. bölüm 14.)
Sıradan fiil olarak 'have'
122 Sahip olmak anlamında have
A Bu, have'in temel anlamıdır:
He has a black beard. : Siyah sakalı var.
I have had this car for ten years. : On yıldır bu arabaya sahibim.
She will have £14,000 a year when she retires. : Emekliye ayrıldığında 14,000 sterlin alacak.
B Biçim
Olumlu Olumsuz Soru
Şimdiki zaman: have (got) haven't (got) have I (got)?, vd.
veya have veya don't have veya do you have, vd.
Geçmiş zaman: had hadn't (got) had you (got)? Veya
veya didn't have did you have? vd.
Olumsuz ve sorunun iki biçimde yapılabildiğine dikkat ediniz.
C have, sürekli olarak geçerli olan durumlar için do ile çekilir:
Do you have earthquakes in your country? ~ Yes, but we don't have them very often. : Ülkenizde deprem olur mu? ~ Evet ama pek sık olmaz.
Bu alışkanlık durumu bulunmuyorsa, İngiltere'de have not (got)/ have you (got) biçimlerinin daha alışılmış biçim olmasına karşılık ana dili İngilizce olan di­ğer ülkeler (özellikle Amerika) burada do'lu biçimi de kullanırlar.
Bir Amerikalı, 'Can you help me now? Do you have time?' ('Şimdi bana yar­dım edebilir misin? Zamanın var mı?') derken bir İngiliz 'Can you help me now? Have you got time?' (Anlam aynı) diyecektir.
Bu nedenle do'lu biçim her yerde güvenle kullanılabilir, ancak İngiltere'de otu­ran öğrencilerin diğer biçimi de kullanmaya alışmaları gerekir.
D Yukarıda gösterildiği gibi have/have not/have you, vb'ne got eklenebilir. Anlamda herhangi bir değişiklik yaratmaz; bu nedenle kullanmak isteğe bağlı­dır, fakat oldukça yaygın bir eklemedir. Ancak got, kısa yanıtlarda ya da pe­kiştirme sorularında eklenmez.
Have you got an ice-axe? ~ Yes, I have. : Buz baltan var mı? ~ Evet, var. She's got a nice voice, hasn't she? : Güzel bir sesi var, değil mi?
Arkasında got bulunan have, genellikle kaynaştırılır:
I've got my ticket. : Benim biletim var.
He's got a flat in Pimlico. : Pimlico'da bir dairesi var.
Vurgu, got'a kayar, 've ve 's hemen hemen duyulmaz.
Arkasından got gelmeyen have çoğu kez kaynaştırılmaz. O zaman have ya da has duyulmalıdır.

123 Almak/yemek/içmek (take), vermek (bir parti) (give), vb. anlamında have
A have şu anlamları da verebilir:
'take' (a meal / food veya drink, bath/ a lesson): öğün/ yemek veya içki/ banyo/ ders almak (yemek/içmek/yapmak).
'give' (a party), 'entertain' (guests): parti vermek; konuk ağırlamak.
'encounter' (difficulties/trouble): zorluklarla/dertle karşılaşmak.
Genellikle good: iyi sıfatı ile birlikte, 'experience, enjoy' (geçirmek, yaşamak)
anlamında.
We have lunch at one. : Saat birde öğle yemeği yeriz/Öğle yemeğini saat birde yeriz.
They are having a party tomorrow. : Yarın bir parti veriyorlar.
Did you have trouble with the Customs? : Gümrükte sorunla karşılaştın mı?
I hope you'll have a good holiday. : Umarım iyi bir tatil geçirirsin.
B Yukarıdaki gibi kullanılan have, sıradan fiillerin bağlı olduğu kurallara bağlıdır:
Ardından hiçbir zaman got gelmez.
Sorusu ve olumsuzu do/did ile yapılır.
Süreklilik gösteren fiil zamanları (continuous tenses) ile kullanılabilir.
We are having breakfast early tomorrow. : Yarın erkenden kahvaltı ediyoruz/edeceğiz. (Yakın gelecek).
She is having twenty peoplefor dinner next Monday. : Önümüzdeki Pa­zartesi, akşam yemeğine yirmi kişi ağırlayacak. (Yakın gelecek).
I can't answer the telephone; I'm having a bath. : Telefona yanıt vere­mem. Şimdi banyo yapıyorum. (Şimdiki zaman)
How many English lessons do you have a week? ~ I have six. : Hafta'da kaç İngilizce dersi yapıyorsunuz. ~ Altı saat yapıyoruz.
You have coffee at eleven, don 't you? : Saat onbirde kahve içersiniz, değil mi? (Alışkanlık)
Ann has breakfast in bed, but Mary doesn't. : Ann yatakta kahvaltı eder ama Mary etmez. (Alışkanlık)
Will you have some tea/coffee (etc)? : Biraz çay/kahve (vb.) alır mısınız? (Bu bir çağrıdır. Will you'yu kaldırıp Have some tea vb. diyebiliriz.)
Did you have a good time at the theatre? : Tiyatroda iyi vakit geçirdiniz mi? (Did you enjoy yourself? : Eğlendiniz mi?)
Have a good time! (Enjoy yourself!). : İyi vakit geçirin/geçirirsiniz inşal­lah. Eğlenin/Eğlenirsiniz inşallah!
I am having a wonderful holiday. : Harikulade bir tatil geçiriyorum.
I didn't have a very good journey. : Çok iyi bir yolculuk yapmadım.
do
124 Biçim
Temel gövdeleri: do, did, done
Şimdiki zaman: doing
Geniş zaman:
Olumlu Olumsuz Soru
I do I do not/don't do I?
you do you do not/don 't do you?
ne does ne does not/doesn't does he?
she does she does not/doesn't does she?
it does it does not/doesn't does it?
we do we do not/don 't do we?
you do you do not/don 't do you?
they do they do not/don't do they?
Sıradan fiil olarak do'nun olumlu biçimi, yukarıda gösterildiği gibidir. Fakat olumsuz ve soruda yukarıdaki biçimlere do mastarını ekleriz: What does/did she do? (Bak: 126.)
Geçmiş zaman:
Olumlu: Bütün kişiler için did
Olumsuz: Bütün kişiler için did not/didn't
Soru: did he? vb.
Olumsuz soru: did he not/didn't he? vb.
do'yu çıplak mastar izler.
I don't know. : Bilmiyorum.
Did you see it? : Onu gördün mü?
He doesn't tike me. : Beni sevmiyor/sevmez.
125 Yardımcı olarak kullanılan do
A do, sıradan fiillerin basit şimdiki zaman ve basit geçmiş zamanlarının olum­suz ve sorularının kuruluşunda kullanılır: (Bak: 103-5.)
He doesn't work. He didn't work.
(Çalışmaz.) (Çalışmadı.)
Does he work? Did he work?
(Çalışır mı?) (Çalıştı mı?)
B Özel bir vurgulama yapmak istediğimiz zaman do/ did + mastarı olumluda da kullanmak olanağı vardır. Bu, özellikle, sözü edilen iş konusunda bir şüp­he belirttiği zaman kullanılır:
You didn't see him. ~ I ‘did see him. : Onu görmedin ~ Onu gör'düm (/'/ işareti, vurgulu heceyi göstermektedir.)
(Konuşma dilinde 'did' kuvvetle vurgulanır. Bu, normal 'I saw him' den daha güçlüdür.)
I know that you didn't expect me to go, but I ‘did go. : Benim gitmemi ummadığını biliyorum, ama git'tim.
C do, kendinden önceki sıradan bir fiilin yinelenmesini önlemek için kullanılabilir:
1 Kısa onaylama ve yalanlamalarda (Bak: 109):
Tom talks too much. ~ Yes, he does/No, he doesn't. : Tom çok konuşu­yor. ~ Evet, öyle/Hayır, konuşmuyor.
He didn't go. ~ No, he didn't/Oh yes, he did. : Gitmedi. ~ Evet, gitme­di/ Yo, gitti.
2 Eklemelerde (Bak: 112):
He likes concerts and so do we. : O konserleri sever; biz de . . .
He lives here but I don't. : O burada oturur ama ben oturmam.
He doesn't drive but I do. : O araba sürmez, ama ben sürerim.
3 Pekiştirme sorularında (Bak: 110):
He lives here, doesn't he? : Burada oturur, değil mi?
He didn't see you, did he? : Seni görmedi, değil mi?
D do, ana fiilin yinelenmesini önlemek için kısa yanıtlarda kullanılır:
Do you smoke? Yes, I do. ('Yes, I smoke' değil!)/ No, I don't. : Sigara içermisin? Evet, (içerim)/Hayır, içmem.
Did you see him? - Yes, I did/ No, I didn't. : Onu gördün mü? ~ Evet, gördüm/ Hayır görmedim. (Bak: 108).
E Aynı biçimde, karşılaştırmalarda (Bak: Ders 22 )
He drives faster than I do. : Ben(im sürdüğüm)den daha hızlı sürüyor.
F do, bir rica veya çağrıyı daha etkinleştirebilmek için emirin başına konur: Do come with us. : (Bizimle birlikte 'gelin.) cümlesi, Come with us. : (Bizimle birlik'te gelin.) cümlesinden daha etkindir. (Türkçedeki vurgulama farkına dik­kat ediniz.)
Do work a little hareler. : Biraz daha fazla çalış, (sen de).
Do help me. : Bana yardım edin.
G Bir işi yapabilmek için izin veya yapacağı bir iş için onay bekleyen bir kişiye söylenen onaylayıcı ya da cesaretlendirici olumlu bir cümlede de yardımcı kullanılabilir:
Shall I write to him? ~ Yes, do veya tek başına Do. : Ona mektup yaza­yım mı? - Evet yaz./ Yaz ya!
126 Sıradan bir fiil olarak do'nun kullanılışı
have gibi do da sıradan bir fiil olarak kullanılabilir. O zaman, basit şimdiki zaman ve basit geçmiş zaman olumlu ve soru biçimlerini do ve did ile kurar:
I do not do do you do? don't you do?
(yapmam) (yapar mısın?) (yapmaz mısın?)
he does not do does he do? doesn't he do?
(yapmaz) (yapar mı?) (yapmaz mı?)
I did not do. did he do? didn't he do?
(yapmadım) (yaptı mı?) (yapmadı mı?)
Süreklilik gösteren veya basit fiil zamanlarında kullanılabilir:
What are you doing (now)? ~ I'm doing my homework. : (Şimdi) ne yapıyorsun? ~ Ödevimi yapıyorum.
What's he doing tomorrow? : Yarın ne yapıyor? (Yakın gelecek)
What does he do in the evenings? : Akşamları ne yapar?/yapıyor? (Alış­kanlık)
Why did you do it? - I did it because I was angry. : Bunu neden yaptın? ~ Kızdığım için yaptım.
How do yo do? bir tanıştırmadan sonra her iki tarafça da söylenir:
HOSTESS: Mr Day, may I introduce Mr Davis? Mr Davis, Mr Day. :
EV SAHİBESİ: Mr Day, sizi Mr Davis'le tanıştırabilir miyim?
Her iki adam da How do you do? (Memnun oldum), der. Kökeninde bu ifade, karşıdakinin sağlığını sormak için sorulan bir soruydu. Bugün ise yalnız tanıştırma sırasında kullanılan biçimsel bir tanışma yoludur. (Dolayısıyla bu cümleyi 'Nasılsınız?' olarak çevirmekten kesinlikle kaçınınız. Sanırız bu cümlenin en iyi çeviri biçimi, 'Memnun oldum' ~ 'Ben de'dir.)


do'nun öteki kullanımlarına bazı örnekler:
He doesn't do what he's told. (doesn't obey orders): Kendisine söylenen­leri yapmıyor/yapmaz (emirlere uymaz)
What do you do for a living? ~ I'm an artist. : Yaşamınızı nasıl kazanırsı­nız? -~ Ressamım.
How's the new baby doing? (getting on) : Yeni bebek nasıl gidiyor?
I haven't got a torch, Will a candle do? (= be suitable/ adequate): Fene­rim yok. Mum (uygun) olur mu? ~ A candle won't do. I'm looking for a gas leak. : Mum olmaz. Gaz kaçağı arıyorum. (Mum uygun değil.)
Would £10 do? ~ No. it wouldn't. I need £20. : 10 sterlin yeter mi? ~ Ha­yır, yetmez. 20 sterlin gerekiyor bana.
to do with (yalnızca mastar biçiminde), 'ilgilendirmek' anlamına gelebilir. Bu daha çok, it is/ it was something/ nothing to do with + isim/zamir/isimfiil'de kulanılır:
It's nothing to do with you = it doesn't concern you. : Bunun seninle bir ilgisi yok = Seni ilgilendirmiyor.

Fiillere giriş (Introduction to verbs)

10 Fiillere giriş (Introduction to verbs)
100 Fillerin Sınıflandırılması
A İngilizcede iki grup fiil vardır:
1 Yardımcı fiiller (auxiliaries): to be, to have, to do, can, could, may, might, ought, shall, should, will, would; to need, to dare, to be able (can), may, must, mil, shall, ought ve used. (Yardımcıların işlevi için 102 - 108'e bakınız.)
2 Tüm öteki fiiller: to work (çalışmak), to sing (şarkı söylemek), to pray (dua j etmek)
B be, have do, need ve dare' in sıradan fiillere benzeyen mastar ve ortaç biçimleri vardır, fakat, can, could, may, might, must ought, shall, should, will ve would' un ne mastar ne de ortaçları vardır; dolayısıyla birkaç biçimle sınırlı­dır.
(used için bak: 162 A.)
Yardımcıları incelemeden önce sıradan fiillere bakmak yararlı olacaktır. Sıra­dan fiillerin çoğunun çekimleri yardımcı fiillerle yapılır.
Sıradan Fiiller
101 Etken (active) fiilin ana yapıları
Olumlu Olumsuz
Şimdiki zaman mastar to work not to work
Şimdiki zaman to be working not to be working
süreklilik mastarı
-miş'li mastar to have worked not to have worked
-miş'li sürekli mastar to have been working not have been working
şimdiki zaman ortacı working not working
ve isimfiil
-misli mastar ve having worked not having worked
isimfiil
geçmiş zaman ortacı worked —
Kurallı fiillerde hem geçmiş, hem de geçmiş zaman ortacı mastarda d ya da ed ekleyerek oluşturulur. Bazen sondaki sessizi çift yazmak gerekebilir. Örne­ğin, slip/ slipped. (Yazım kuralları için 355'e bakınız.) Kuralsız fiiller için 364'e bakınız.)
Şimdiki zaman ortacı ve isimfiil her zaman kurallı olup mastara ing ekleyerek oluşturulur, ed eklemeden önce mastarın sonundaki sessizi iki kez yazmakla ilgili kural burada da geçerlidir. (Yazım kurallarına bakınız: 355)

102 Etken fiil yapıları tablosu (ve ilk akla gelen Türkçe karşılıkları)
A Biçim
Geniş zaman
(Present simple) he works (çalışır) (172)
Şimdiki zamanda süreklilik
(Present continuous) he is working (çalışıyor) (164)
Şimdi öncesi
(Present perfect) he has worked (çalışmış
bulunuyor) (182)
Şimdi öncesinden süreklilik
(Present perfect continius) he has been working
(çalışmakta) (190)
Basit geçmiş
(Past simple) he worked (Çalıştı) (175)
Geçmişte süreklilik
(Past continuous) he has working (çalışıyordu)
(178)
Geçmiş öncesi
(Past perfect) he had worked (çalışmıştı) (194)
Geçmiş öncesinden süreklilik he had been working
(Past perfect continuous) (çalışıyordu) (197)
Basit gelecek
(Future simple) he will work (çalışacak) (207)
Gelecekte süreklilik he will be working (çalışıyor
(Future continuous) olacak) (211)
Gelecek öncesi he will have worked (çalışmış
(Future perfect) olacak) (216)
Gelecek öncesinden süreklilik he will have been working Future perfect continuous) (çalışıyor olacak) (216)
Şimdiki zaman şart he would work ( çalışır[dı] 219
(Present conditional) [herhalde])

Şimdiki zamanda sürekli şart he would be working (çalışıyor
(Present continuous conditional) olur[du] (219) [herhalde])
-miş’li şart
(Perfeet conditional) he would have worked (çalışırdı)
(220)
-miş'li/sürekli şart he would have been working
(Perfeet continuous conditional) (çalışıyor olurdu)
B Olumludaki kaynaşmalar
be, have, will, would yardımcı fiilleri şöyle kaynaştırılırlar:
am 'm have 've
will 'll is 's
has 's would 'd
are 're had 'd
's'in is ya da has, 'd'in de had ya da would olabileceğine dikkat ediniz:
He's going = He is going.
He's gone = He has gone.
He'd paid = He had paid.
He'd like a drink = He would like a drink.
Bu kaynaşmalar zamirlerden, here, there'den, bazı soru sözcüklerinden (bak: 104) ve kısa isimlerden sonra kullanılırlar:
Here's your pen. : İşte kalemin.
The twins've arrived. : İkizler geldi.
The car'd broken down. : Araba bozulmuştu.
Olumludaki kaynaşmalar cümlelerin sonunda kullanılmazlar:
You aren't in a hurry but I am. : Senin acelen yok ama benim var. (Burada I'm kullanılamaz.)
shall/should, was ve were kaynaşmış biçimleriyle yazılmazlar fakat konuşmada /òl, òəd, waz/ ve (wə(r)/ olarak kaynaşırlar.
C Vurgu
Fiil yapılarını kuran yardımcılar genellikle vurgusuzdurlar. Vurgu, ana fiile gelir.
103 Fiil yapılarının olumsuzları
A Geniş zaman: üçüncü tekil şahıs does not/ doesn't + mastar; öteki şahıslar do not/ don't + mastar.
Basit geçmiş zaman olumsuz, bütün şahıslar için didnot/ didn't + mastar'dır. Konuşmada genellikle kaynaştırma görülür:
He does not/ doesn't answer letters. : Mektup yanıtlamaz.
They do not/ don't live here. : Burada oturmuyorlar.
I did not/ didn't phone her. : Ona telefon etmedim.
She did not/ didn't wait for me. : Beni beklemedi.
Öteki tüm fiil yapıları yardımcıdan sonra not konarak oluşturulur.
Konuşmada genellikle kaynaştırma görülür:
He has not/ hasn't finished. : İşini bitirmedi.
He would not/ wouldn't come. : Bir türlü gelmedi.
B Olumsuzda kaynaşmalar
be, have, will, would, shall, should, do, şöyle kaynaşır:
am not 'm not
is not isn't ya da 's not
are not aren't ya da 're not
l'm not going and Tom isn't going?/ Tom's not going. : Ben gitmiyorum, Tom da gitmiyor.
We aren't going/'We're not going. : Gitmiyoruz.
have not ve has not, haven't ve hasn't olarak kaynaştırılır fakat -miş'li (perfect) fiil yapılarında 've not ve 's not da kullanılabilir:
We haven't seen him/We've not seen him. : Onu görmedik.
He hasn't/ He's not come yet. : Henüz gelmedi.
will not, won't olarak kaynaşır. Ancak 'll not da kullanılabilir. Shall not, shan't olarak kaynaşır:
I won't go/ l'll not go till I hear and I shan't hear till tomorrow. : Haber almadan gitmeyeceğim ve yarından önce haber almayacağım.
Öteki fiil yapıları normal olarak n't ekleyerek kaynaşır.
Olumsuz kaynaşmalar cümlenin sonuna gelebilir:
I saw it but he didn't. : Onu ben gördüm ama o görmedi.
C İngilizce olumsuz cümlede yalnızca bir tane olumsuz ifadesi bulunabilir. İki olumsuz ifade cümleye olumlu anlam verir:
Nobody did nothing (Kimse bir şey yapmadı değil), 'Everybody did something' (herkes bir şeyler yaptı) anlamındadır.
Dolayısıyla never, no (sıfat), none, nobody, no one, nothing, hardly, hardly ever, vb. olumlu bir fiille kullanılırlar. Şöyle diyebiliriz.
He didn't eat anything ya da He ate nothing. : Bir şey yemedi. He doesn't ever complain ya da He never complains. : Hiç yakınmaz. We haven't seen anyone ya da We have seen no one. : Kimseyi görmedik. They didn't speak much ya da They hardly spoke at all/ They hardly ever spoke. : Hemen hemen hiç konuşmadılar.
104 Soru ve ricalarda soru yapısı
A Geniş zamanda soru, does he/she/it + mastar; do I/you/we/they + mastar ile oluşturulur. Basit geçmiş soru yapısı; did + özne + mastar'dır.
Does Peter enjoy parties? : Peter partileri sever mi?
Did he enjoy Ann's party? : Ann'in partisi hoşuna gitti mi?
Öteki tüm fiil yapılarında soru, özneyi yardımcının arkasına koyarak oluşturulur:
Have you finished? : İşin bitti mi?
Are you coming? : Geliyor musun?
B Soruda kullanılan yardımcı fiil kaynaşmaları
1 am, is, are, have, had, will ve would
how, what, who, where, why'dan sonra bunlar, 102 B'de gösterildiği gibi kaynaşırlar:
How will/How'll he get t here? : Oraya nasıl varacak?
What has/What's happened? : Ne oldu?
is ve will de when'den sonra kaynaşabilir:
When ise/When's he coming? : Ne zaman geliyor?
will de which'dcn sonra kaynaşabilir:
Which will/ Which'll you have? : Hangisini alırsın?
Yukarıda, A'da olduğu gibi fiil önce geliyorsa, olumsuz soru biçimleri yazıda kaynaşmaz.
shall, should, do ve did, kaynaşmış biçimleriyle yazılmazlar. Ancak do you, bazen d'you olarak yazılır. Konuşmada shall, should ve do you, genellikle /òl, /òəd, dju:/ olarak kaynaşır.






B during ve for
C Soru biçimi sorular için kullanılır, fakat şu durumlarda kullanılmaz:
1 Soru, öznenin kimliğine ilişkinse:
Who told you? : Sana kim söyledi?
What happened? : Ne oldu?
2 Dolaylı aktarımda:
He said, 'Where does she live?' : 'O nerede oturur?' dedi. = He asked where she lived. : Onun nerede oturduğunu sordu.
3 Sorudan önce, şu türden bir giriş ifadesi koyarsak: Do you know (. . .biliyormusunuz), Can you telil me (bana. . . söyleyebilir misiniz), I want to know(. . .bilmek/öğrenmek istiyorum), I'd like to know (. . .bilmek/öğrenmek iste­rim). I wonder/ was wondering (. . .merak ediyor(d)um), Have you an idea(. . .bir fikriniz var mı?), Do you think (Acaba . . .):
What time does it start? : Kaçta kalkıyor? Fakat
Have you any idea what time it starts? : Kaçta kalktığı konusunda bir fikriniz var mı?
Where does Peter live? : Peter nerede oturur? Fakat:
I wonder where Peter lives. : Acaba Peter nerede oturuyor/Peter'ın nere­de oturduğunu merak ediyorum.
Will I have to pay duty on this? : Bunun için gümrük vergisi ödemek zo­runda kalacak mıyım? Fakat:
Do you think I’ll have to pay duty/ Do you know if I’ll have to pay duty? : Sizce . . . ödemek zorunda kalacak mıyım/. . . ödemek zorunda kalıp kalmayacağımı biliyor musunuz?
D Ricalar genellikle soruyla ifade edilir:
Can/Could you help me? : Bana yardım edebilir misiniz/miydiniz?
Will/Would you pay at the desk? : Masada öder misiniz/miydiniz?
Would you like to come this way? : Bu yandan gelmek ister miydiniz?
Would you mind moving your car? : Arabanızı alır mıydınız?
Kuşkusuz, burada da ricadan önce I wonder/was wondering ya da Do you think gibi bir ifade koyarsak ricadaki fiil soru yapısından olumluya dönüşür.
Could you give me a hand with this? : Şunda bana yardım eder misiniz?
Fakat
I wonder/was wondering/ wondered if you could give me a hand with this. : Acaba şunda bana yardım eder miydiniz diyorum/ diyordum/ dedim.
Do you think you could give me a hand? : Bana yardım edebilir misiniz (sizce)?
Dolaylı aktarımda bu sorun ortaya çıkmaz, çünkü dolaylı ricalar, ask gibi bir fiil ve tümleç + mastar ile ifade edilir:
He asked me to give him a hand. : Ona yardım etmemi benden rica etti.
E Soru yapısı, olumsuz bir fiilden sonra, pekiştirme sorularında kullanılır:
You didn't see him, did you? : Onu görmedin, değil mi? (110'a bakınız.)
F Vurgulama için never, rarely, seldom, only, when, only by, not only, not till gibi sözcükler/takımlar cümlenin baş tarafına konursa, bunları izleyen fiil dev­rik (soru) biçimine sokulur:
Only when we landed did we see how badly the plane had been damaned.:
Ancak yere inincedir ki uçağın nasıl fena hasar görmüş olduğunu anla­dık. (45'e bakınız.)
105 Olumsuz soru (Negative interrogative)
A Bu, normal soru yapısından sonra not koyarak oluşturulur:
Did you not see her? : Onu görmedin mi?
Is he not coming? : Gelmiyor mu?
Fakat bu biçim hemen her zaman kaynaştırılır:
Didn't you see her? Isn't he coming? (Anlam aynı.)
Artık not'in özneden önce bulunduğuna dikkat ediniz. am I not?'ın kuralsız bir kaynaşma biçimi vardır: aren't I?
B Olumsuz soru, konuşan olumlu bir yanıt beklediği zaman kullanılır:
Haven't you finished yet. : Henüz bitirmedin mi?
Don't you like my new dress? : Yeni giysimi beğenmiyor musun?
CHILD: Can't I stay up till the end of the programme?
ÇOCUK: Programın sonuna kadar yatmasam olmaz mı?
I could wait ten minutes. ~ Couldn't you wait a little longer? : On dakika bekleyebilirim ~ Biraz daha bekleyemez miydiniz?
C Olumsuz soru, ayrıca pekiştirme sorularında olumlu bir cümleden sonra gelir:
You paid him, didn't you? : Ona ödedin, değil mi?
She would like to come, wouldn't she? : Gelmek ister, değil mi? (110'a bakınız.)

Yardımcı fiiller
106 Temel (principal) ve anlamlı (modal) yardımcılar
Temel yardımcılar Anlamlı yardımcılar Yarı anlamlılar
to be can could to need
to have may might to dare
to do must had to used
ought
shall should
will would
Yardımcılar, bir fiil yapısı ya da bir ifadenin oluşumuna yardımcı oldukların­dan dolayı bunlara bu ad verilmiştir.
Şimdiki ya da geçmiş zaman ortaçları ya da mastarlarla birleşerek sıradan fiillerin yapıtlarını oluştururlar:
I am coming. : Geliyorum.
He has finished. : Bitirdi/bitirmiş durumda.
I didn't see them. : Onları görmedim.
Mastarlarla birleşerek, bundan sonraki bölümlerde görüleceği gibi izin, olası­lık, zorunluk, sonuç çıkarma, vb. gösterirler:
He can speak French. : Fransızca konuşabilir.
You may go. : Gidebilirsin.
We must hurry. : Acele etmeliyiz.
107 Yardımcılar: Biçim ve kalıpları
A be, ve do (temel yardımcılar)
Mastar Şimdiki zaman Geçmiş zaman Geniş zaman ortacı
to be am, is, are was been
to have have, has had had
to do do, does did done
1 Olumsuz ve soruda be ve do, yardımcı fiil kalıbına uyarlar:
Olumsuz (negative), fiil + not:
He isn't coming. : Gelmiyor.
It did not matter. : Sorun olmadı.
Soru (interrogative), özne + fiil:
Was he waiting? : Bekliyor muydu?
Does she see us? : Bizi görüyor mu?
2 have normal olarak yardımcı kalıbına uyar:
Has he (got) to go? : Gitmek zorunda mı?
Fakat bazen do/ did biçimlerini kullanır:
Does he have to go? : Gitmek zorunda mı?
3 be, tam mastar alır:
They are to wait for us at the station. :
Bizi istasyonda bekleyecekler (Öy­le planlandı).
İki kuruluş dışında have, tam mastar alır. (Bak: 119 A, 120.)
do, çıplak mastarı alır: Did he write? : Yazdı mı?
4 be, have ve do, yardımcı olarak kullanıldıklarında bir ortaç ya da mastar alır.
Ancak, yanıtlarda, yorumlarda, vb. bu genellikle belirtilmeden anlaşılır:
Haveyou seen it? ~ Yes, I have (seen it). : Onu gördün mü? - Evet (gör­düm).
5 be (Bak: 115), have ve do, bağımsız anlamlarda sıradan fiil olarak da kullanı­labilirler. Dolayısıyla have (Bak: 122), 'possess' (sahip olmak); do da 'perform/occupy oneself' (yapmak/meslek olarak yapmak), vb. (Bak: 126) anlamlarına gelebilir.
be, have ya da do, bir cümlenin tek fiili durumunda olabilir:
He is lazy. : O, tembel.
He has no job. : İşi, gücü yok.
He does nothing. : Hiçbir iş yapmaz.
Bu durumda do, do/ did ile çekilir:
What do you do in the evenings? : Akşamları ne yaparsın?
have is her iki biçimde de çekilebilir:
Have you (got) time?/Do you have time? : Zamanın var mı?
B can, could, may, might, must, ought, will, would, shall ve should (Anlamlı yardımcılar: the modal auxiliaries)
Anlamlı yardımcı fiiller üçüncü tekil şahısta s almazlar:
I must, he must I can, he can
Olumsuz ve sorularını her zaman yardımcı fiil kalıbına uygun olarak kurar­lar:
will not ought not. . .
will he. . .? ought he. . .?
Düzenli geçmiş zaman biçimleri yoktur; dört tane geçiş zaman biçimi vardır (could, might, should, would) fakat bunların yalnızca sınırlı kullanımları var­dır.
Anlamlı yardımcı fiillerin mastar ya da ortaç biçimleri yoktur, dolayısıyla süreklilik yapılarında kullanılamazlar. ought dışında bütün anlamlı yardımcıların arkasından çıplak mastar gelir:
You should pay ancak You ought to pay. : Ödemen gerekir.
Anlamlı bir yardımcı, her zaman bir mastar ister, ancak bu bazen yazılmadan anlaşılır:
Can you understand? - Yes, I can (understand). : Anlayabiliyor musun? ~ Evet (anlayabiliyorum).
C need, dare ve used (Yarı-anlamlı yardımcılar: Semi-modals).
1 Yardımcı olarak kullanıldıklarında need ve dare anlamlı yardımcı (modal) mo­deline uyarlar. O zaman çıplak mastar alırlar:
He need not wait. : Beklemek zorunda değil.
Fakat bunlar do/did biçimlerini de kullanabilirler; o zaman da to'lu tam mastarı alırlar:
He doesn't dare to interrupt. : Söze girmeye cesareti yok.
They didn't need to wait. : Beklemek zorunda değildirler. (Bak: 149)
need ve dare, sıradan fiil olarak da kullanılabilirler; o zaman çekime girerler ve normal ortaçları alırlar:
He needs help. : Yardımcıya gereksinimi var.
They dared me to jump. : (Beni atlamaya teşvik ettiler.) Bana, haydi atla-
sana dediler.
2 Bazen adı used to olarak geçen used, yalnızca geçmiş zamanda kullanılır.Olumsuzu ve sorusu için normal yardımcı fiil kalıbına uyarlar:
I used not/ usedn't to go. : (Eskiden) gitmezdim.
Fakat, teknik açıdan used'un mastarı yoksa da didn't use to ve did he/she (vb.) use to'ya sıkça rastlanır.
Yardımcıların yanıt, görüşe katılmada, vb kullanılması
Yardımcılar, konuşmalarda son derece önemlidirler çünkü kısa yanıtlarda, düşünceye katılma/katılmama durumlarında, görüş bildirmelerde, bildirilen görüşlere eklemede bulunmalarda, vb. durumlarda fiilin kendisini yenilemekten çok yardımcıları kullanırız.
108 Kısa yanıtlarda yardımcılar
yes ya da no (evet/hayır) yanıtını gerektiren sorular, yani Do you smoke? ya da Can you ride a bicycle? (Sigara içer misin?/Bisiklete biner misin?) gibi sorular yalnızca yes ya da no ve yardımcı fiille yanıtlanmalıdırlar. Orijinal özne isimse yerini bir zamire bırakır. Zamirden oluşan özne şu biçimde değişebilir:
Do you smoke? ~ Yes, I do (Yes, I smoke değil). : Sigara içer misiniz?
~ Evet (içerim).
Is that Ann? ~ Yes, it is/No, it isn't. : Şu Ann mı? ~ Evet/Hayır.
Did the twins go? ~ Yes, they did/no, they didn't. : İkizler gittiler mi?
- Evet (gittiler) / Hayır (gitmediler).
Will there be an exam? - Yes, there will/No, t here won't. : Sınav olacak
mı? ~ Evet (olacak) / Hayır (olmayacak).
Soruda birden çok yardımcı varsa bunlardan birincisi yanıtta kullanılmalıdır:
Should he have gone? ~ Yes, he should. : Gitmiş olması gerekiyor muy­du? ~ Evet (gerekiyordu.)
must I/he vb. ya da need I/he ile yapılan sorular, Yes, you/he vb. must ya da No, you/he vb. needn't ile yanıtlanır:
Must I/ Need I take all these pills? ~ Yes, you must/No, you needn't. : Bütün bu hapları almak zorunda mıyım? - Evet, (almak zorundasın) / Hayır (almak zorunda değilsin.
109 Görüşlere katılma/ katılmama
Evet/ Hayır'ın bu durumda kullanımı yönünden iki dil arasındaki ayrıma dikkat ediniz. Bu ayrım, Türk öğrencilerin en çok hata yaptıkları bir alandır.
Türkçede, karşımızdakinin tersi bir görüş belirtiyorsak 'hayır' deriz. 'Hayır'ı izle­yen fiilin olumlu olup olmaması önemli değildir.
ingilizcede, arkadan gelen fiil olumlu ise, karşımızdakinin görüşüne katılmasak da YES (evet), fiil olumsuzsa, karşımızdakinin görüşüne katılsak da NO (hayır) kulla­nılır:
He won't come. ~ Yes, he will.: Gelmeyecek. ~ Hayır, gelecek.
He won't wait. ~ No, he won't. : Beklemeyecek. ~ Evet, beklemeyecek.
Olumlu cümleyle ifade edilen görüşlere katılma, yes/ so/ of course + olumlu yardımcı ile ifade edilir. İlk fiilde yardımcı fiil varsa bu yinelenir. Yardımcı yoksa, do, does ya da did kullanılır:
He works too hard. ~ Yes, he does. : Gereğinden çok çalışıyor ~ Evet, öyle.
There may be a strike. ~ Yes, there may. : Bir grev olabilir. ~ Evet, olabi­lir.
Living in London will be expensive. ~ (Yes,) of course it will. : Londra'da oturmak pahalı olur. ~ (Evet), tabii öyle olur.
That's Ann! ~ Oh, so it is. : Bu Ann! ~ Sahi, o.
B Olumsuz cümleyle ifade edilen görüşlere katılmama yes/ oh yes + olumlu yar­dımcı fiille yapılır. Burada yardımcı fiil vurgulanır:
I won't have to pay. ~ Oh yes, you 'will! : Para ödemek zorunda olmayacağım. ~ Yo, olacaksın!
My alarm didn't ring. ~ Oh yes, it did! : Saatim çalmadı ~ Yo, çaldı!
There isn't any salt in this. ~ Yes, there 'is. : Bunda tuz yok. ~ Hayır, var.
Bread won't make mefat. ~ Oh yes, it will. : Ekmek beni şişmanlatmaz. ~ Yo, şişmanlatır.
C Olumsuz cümleyle ifade edilen görüşlere katılma, no + olumsuz yardımcı ile yapılır:
It wouldn't take long to get there. — No, it wouldn't. : Oraya varmak uzun sürmez. ~ Evet, sürmez.
I haven't paid you yet. ~ No, you haven't. : Henüz sana ödemedim. -Evet, ödemedin.
The boys must'nt be late. ~ No, they mustn't. : Oğlanlar gecikmemeli. ~ Evet, gecikmemeli.
The door can't have been locked. ~ No, it can't. : Kapı kilitli olmuş ola­maz. ~ Evet, olamaz. (Kapı kesinlikle kilitli değildi. ~ Evet, değildi.)
D Olumlu cümleyle ifade edilen görüşlere katılmama, no/ oh no + olumsuz yar­dımcıyla yapılır.
Ann'll lend it to you. - Oh no, she won't. : Ann sana ödünç verir. ~ Yok, vermez.
Peter gets up too late. ~ No, he doesn't. : Peter çok geç kalkar. ~ Hayır, kalkmaz.
There isplenty of time. ~ No, there isn't. : Epey zaman var. ~ Hayır, yok.
Prices are coming down. ~ Oh no, they aren't. : Fiyatlar iniyor. ~ Yo ha­yır, inmiyor.


but, bir varsayıma katılmamada kullanılır. Varsayım soruyla ifade edilebilir: ı Why did you travel first class? ~ But l didn't! : Neden birinci mevkide yolculuk yaptın? ~ Ama (ben birinci mevkide yolculuk) yapmadım ki!
110 Pekiştirme soruları
Bunlar, cümlelere eklenen ve onay ya da pekiştirme isteyen kısa eklemelerdir.
A Olumsuz ifadelerden sonra normal soru biçimi gelir:
You didn't see him, did you? : Onu görmedin, değil mi?
Ann can't swim, can she? : Ann yüzemez, değil mi?
That isn't Tom, is it? : Şu Tom değil, değil mi?
Olumlu cümlelerden sonra olumsuz soruyu kullanırız:
Peter helped you, didn't ne? : Peter sana yardım etti, değil mi?
Mary was’t here, wasn't she? : Mary oradaydı, değil mi?
Kısa sorulardaki olumsuz fiiller genellikle kaynaştırılır. Kuralsızlık:
I'm late, aren't I? : Geç kaldım, değil mi?
let's'in pekiştirme sonunda shall bulunduğuna dikkat ediniz-
Let's go, shall we? : Gidelim, değil mi?
... ...
Pekiştirme sorusunun öznesi daima zamirdir.
B Olumsuz ifadelerden sonraki pekiştirme sorularına örnekler:
Peter doesn't smoke, does he? : Peter sigara içmez, değil mi?
Ann isn't studying music, is she? : Ann müzik çalışmıyor, değil mi?
Bill didn't want to go, did he? : Bili gitmek istemedi, değil mi?
James wasn't driving the car, was he? : James arabayı kullanmıyordu, değil mi?
You haven't ridden a horse for a long time, have you? : Uzun süredir ata binmiyorsun, değil mi?
The twins hadn't seen a hovercraft before, had they? : İkizler daha önce hiç, bir hoverkraft görmemişlerdi, değil mi?
They couldn't understand him, could they? : Onu anlayamadılar, değil mi?
There wasn't enough time, was there? : Yeterince zaman yoktu, değilmi?
People shouldn't drop litter on pavements, should they? : İnsanlar kaldırımlara çöp atmamalıdır, değil mi?
Ann hasn't got colour TV, has she? : Ann'in renkli TV'si yok, değil mi?
neither, no (sıfat), none, no one, nobody, nothing, scarcely, barely, hardly, hardly ever, seldom gibi sözcükler içeren ifadeleri olumsuz cümle gibi el almak ve arkalarından normal soru koymak gerektiğine dikkat ediniz:
No salt is allowed, is it? : Tuza hiç izin yok, değil mi?
Nothing was said, was it? : Hiçbir şey söylenmedi, değil mi?
Peter hardly ever goes to parties, does he? : Peter partilere pek gitmez, değil mi?
Cümlenin öznesi no one, nobody, anyone, anybody, none, neither use, pekiştirme sorusunun öznesi they'dir.
I don't suppose anyone will volunteer, will they? : Kimse gönüllü olmaz, değil mi?
No one would object, would they? : Kimse itiraz etmez, değil mi?
Neither of them complained, did they? : İkisi de yakınmadı, değil mi?
Olumlu ifadelerden sonra pekiştirme soruları, geniş zamanda (present simple tense) pekiştirme sorusunda don't/ doesn't; basit geçmiş zamanda (past simp­le tense) ise didn't kullanırız:
Edward lives here, doesn 't he? : Edward burada oturuyor, değil mi?
You found your passport, didn't you? : Pasaportumu buldun, değil mi?
Öteki tüm fiil yapılarında yapacağımız tek şey, yardımcı fiili olumsuz soruya çevirmektedir:
Mary's coming tomorow, isn't she? : Mary yarın geliyor, değil mi?
Peter's heard the news, hasn't he? : Peter haberi duydu, değil mi?
Hem is, hem has anlamına gelen 's ile hem de had, hem would anlamına ge­len 'd'e dikkat ediniz:
Peter'd written before you phoned, hadn't he? : Peter, son telefon etme­den [mektup] yazmıştı, değil mi?
Mary'd come if you asked her, wouldn’t she? : Rica etsen Mary gelir, değil mi?
You'd better change your wet shoes, hadn't you? : Islak ayakkabılarını değiştirsen iyi olur, değil mi?
The boys'd rather go by air, wouldn't they? : Çocukları uçakla gitmeyi tercih ediyorlar, değil mi?
everybody, everyone, somebody, someone için they kullanırız:
Everyone warned you, didn't they? : Herkes seni uyardı, değil mi?
Someone had recognised him, hadn't they?: Biri onu tanımıştı, değil mi?
Kaynaşmamış olumsuz pekiştirme soruları kurmak olanağı da vardır, fakat söz dizimi farklıdır:
You saw him, did you not? : Onu gördün, öyle değil mi?
Bu, çok daha seyrek kullanılan bir yapıdır.
D Tonlama
Pekiştirme soruları kullanıldığı zaman konuşanın bilgiye gereksinimi yoktur, yalnızca onay bekler. Bu nedenle bu sorular normal olarak, düz ifadelerde ol­duğu gibi inici tonlamaya sahiptir.
Ancak bazen konuşanın bilgiye gereksinim duyduğu olur. İfadenin doğru olup olmadığından emin değildir ve bunun pekiştirimesini ister. Bu durumda soru parçacığı çıkıcı tonlamaya sahip olur ve ilk cümledeki önemli sözcük, normal olarak ses perdesindeki yükselme aracılığıyla vurgulanır. (Thomson ve Martinet, Structure Drills 1, no: 11-13'e bakınız.)
111 Yorum yapan ek sorular
A Bunlar, tıpkı pekiştirme sorularında olduğu gibi, yardımcı fiillerle yapılır, fa­kat olumlu bir fiilden sonra olumlu, olumsuz bir fiilden sonra olumsuz bir soru kullanırız.
Yorum yapan ek sorular bir olumlu düz cümleye eklenebilir. Bu durumda konuşanın bir gerçeği vurguladığını gösterir.
You saw him, did you? - Oh, so you saw him. :
Demek onu gördün! = Gördün, canım!
Yorum yapan ekler olumlu veya olumsuz bir düz cümleye yanıt olarak kulla­nılır:
l'm living in London now.~ Are you? :
Şimdi Lonra'da oturuyorum. ~ Yaa, öyle mi?
I didn't pay Paul. - Didn't you? :
Paul'e [parayı] ödemedim. ~ Yaa, öde­medin mi?
Bir cümleye yanıt olarak söylendiğinde ek soru, Really!/ Indeed! (Sahimi?/Öyle mi?) ye yaklaşık denk bir anlam kazanır.
B Bu eklerin ana yararı, konuşanın bir ifadeye tepkisini göstermesidir. Sesinin tonuyla, ilgilendiğini, ilgilenmediğini, şaşırdığını, hoşnut olduğunu, sevindi­ğini, öfkelendiğini, kuşkulandığını, inanmadığını belirtebilir. Aşağıda gösterildiği gibi bir yardımcı ekleyerek konuşan, duygusunu daha güçlü biçimde ifade edebilir:
I borrowed your car. ~ Oh, you did, did you? :
Arabanı ödünç almıştım. ~ Hıı, almıştın, değil mi. (Hıı, almıştın ya..)
I didn't think you'd need it. - Oh, you didn't, didn't you? :
Onun sana lazım olduğunu sanmıyordum ~ Yaa, sanmıyordun, değil mi?

Yani normal sorudan önce olumlu bir yardımcı fiil, olumsuz sorudan önce olumsuz bir fiil kullanırız.
Burada da anlam, kullanılan ses tonuna bağlıdır. Konuşanın çok sinirli, hatta deliye dönmüş olabilir, fakat bu yapı, hayranlık ya da sevinç de gösterebilir.
112 Görüşlere eklemeler
A Olumlu cümleyle ifade edilen görüşlere yapılan olumlu eklemeler, özne + yardımcı fiil + too/ also ya da so + yardımcı + özne ile (bu sırayla) belirtilir. İlk görüş bildirmede bir yardımcı varsa bu, eklemede yinelenir.
Bill would enjoy a game and Tom would too/ so would Tom. :
Bill bir oyun ister; Tom da.
Yardımcı yoksa genellikle eklemede do/does/did kullanılır. Dolayısıyla, Bill likes golf and Tom likes golf (too) (Bill golf sever, Tom [da] golf sever) yerine Bill likes golf and Tom does too/ so does Tom (Bill golf sever; Tom da) diyebi­liriz.
Eklemeler kuşkusuz bir başka kişi tarafından da söylenebilir:
The boys cheated! ~ The girls did too! / So did the girls! :
Oğlanlar hile yaptı! ~ Kızlar da!
I'm having a tooth out tomorrow. ~ So'm I! :
Yarın bir dişimi çektiriyo­rum. ~ Ben de!
Her iki görüş de aynı kişi tarafından belirtilirse her iki özne de genellikle vurgulanır. Görüş bildirenler farklı kişilerse ikinci özne genellikle birinciden da­ha çok vurgulanır.
B Olumsuz cümleyle bildirilen görüşlere yapılan olumlu eklemeler, but + özne + yardımcı ile söylenir:
Bill hasn't got a licence. ~ But Donald has. :
Bill'in ehliyeti yok. ~ Ama Donald'ın var.
She doesn't eat meat but her husband does. : O et yemez ama kocası yer.
The horse wasn't hurt but the rider was. : At yaralanmadı ama sürücü yaralandı.
C Olumlu cümleyle ifade edilen görüşe yapılan olumlu eklemeler, but + özne + olumlu yardımcı ile söylenir:
He likes pop music but I don't. : O pop müzik sever ama ben sevmem.
You can go but I can't. : Sen gidebilirsin ama ben gidemem.
Peterpassed the test but Bill didn't. : Peter sınavı geçti ama Bill geçmedi.
D Olumsuz cümleyle ifade edilen görüşlere yapılan olumsuz eklemeler, neither/nor + yardımcı + özne ile söylenir:
Tom never goes to concerts, neither does his wife. :
O konserlere hiç git­mez; karısı da.
Ann hasn't any spare time. ~ Neither/Nor have I. :
Ann'in boş zamanı yok. ~ Benim de.
I didn't get much sleep last night. — Neither/Nor did I. :
Dün gece pek uyuyamadım. ~ Ben de.
Bu eklemeler, özne + olumsuz yardımcı + either ile de yapılabilir:
He didn't like the book; I didn't either. :
O kitabı beğenmedi; ben de.
They don't mind the noise; we don't either. :
Onlar gürültüye aldırmı­yorlar; biz de.
Bir başka söyleyiş seçeneği de, tam fiil + varsa tümleç + either'dır:
I didn't like it either. : Ben de beğenmedim.
We don't mind it either. : Biz de aldırmayız.