26 Eylül 2007 Çarşamba

be, have, do

11 be, have, do
Yardımcı fiil olarak be
113 Biçim ve fiil yapısının oluşumunda kullanılması
A Biçim
Temel biçimleri: be, was, been
İsimfiil/şimdiki zaman ortacı: being

Şimdiki zaman:
Olumlu Olumsuz Soru
I am/I'm I am not/I'm not am I?
you are/you 're you are not/you're not are you?
he is/he's he is not/he's not is he?
she is/she's she is not/she's not is she?
it is/it 's it is not/it 's not is it?
we are/we're we are not/y/e're not are we?
you are/you're you are not/you're not are you?
they are/t hey're they are not/t hey're not are they?
Öteki kısaltma biçimleri: you aren't/he isn't, vb.
Olumsuz soru: am I not/ aren 't I? are you not/aren 't you? is he not/isn't he?
vb.

Geçmiş zaman:
Olumlu olumsuz soru
I was (Ben) . . .dim I was not/wasn't was I?
you were you were not/weren't were you?
he/she/it was he/she/it was not/wasn't was he/she/it?
we were we were not/weren't were we?
you were you were not/weren't were you?
they were they were not/weren't were they?
Olumsuz soru biçimi, şöyledir: was l not?/ wasn't I? were you not?/ weren't you?, vd. (değil miydim?/değil miydin?, vd.)
be'nin diğer zamanları, sıradan fiillerin bağlı bulunduğu kurallara uyarlar. Fa­kat: (1) edilgen çatı (passive voice) (2) 115 B'de gösterilen durum dışında be, süreklilik zamanlarında (continuous tenses) kullanılmaz.
B Fiil zamanlarının kuruluşunda
be, etken süreklilik kalıbında kullanılır:
He is working/ will be working, etc. : Çalışıyor/çalışmakta olacak, vb.
Edilgen çatıda da kullanılır:
He was followed/ is being followed. : İzlendi/ izleniyor.
Edilgen çatıda be'nin süreklilik biçiminde kullanılabildiğine dikkat ediniz:
Etken: They are carrying him. : Onu taşıyorlar.
Edilgen: He is being carried. : Taşınıyor.
(be'nin sıfatlarla süreklilik yapısında kullanılışı için bak: 115 B.)
114 be + mastar
A be + mastar kalıbı (örneğin, I am to go) son derece önemli olup şu biçimlerde kullanılabilir:
1 Emirleri veya talimatı aktarmak için:
No one is to leave the building without the permission of the police. : Kimse polisin izni olmaksızın binadan ayrılmayacaktır.
(No one must leave. : Kimse ayrılmamalıdır.)
He is to stay here tül we return. : Biz dönene kadar burada kalacaktır.
(He must stay. : Kalmamalıdır)
Bu, buyruk vermenin biraz resmi bir yolu olup en çok üçüncü şahısla kullanılır. You ile kullanıldığı zaman, bu cümleyi söyleyen kişinin, bir başkası tarafından verilen buyrukları aktarmakta olduğunu gösterir, (a) 'Stay here, Tom.' (Burada kal, Tom.) ile (b) 'You are to stay here, Tom.' (Burada kalacaksın, Tom.) arasındaki fark şudur: (a)'da, cümleyi söyleyen kişi Tom'un kalmasını istemektedir. Oysa (b)'de cümleyi söyleyen kişi, bir başkasının isteğini Tom'a aktarmaktadır yalnızca.
Şüphesiz bu fark dolaylı aktarımda ortadan kalkmaktadır. Be + mastar kalı­bı dolaylı emirlerin ifadesinde, özellikle giriş fiili şimdiki zamandaya, son de­rece yararlı bir yöntemdir:
He says, 'wait till I come.' : 'Ben gelinceye kadar bekle', diyor. = He says that we are to wait till he comes. : O gelinceye kadar bekleme­miz gerektiğini söylüyor.
Emir cümlesinden önce bir cümlecik bulunduğu zaman da bu yöntem çok yararlıdır:
He said, 'lf I fall asleep at the wheel wake me up.': 'Eğer direksiyon ba­sında uyuyakalırsam beni uyandır.' dedi.
= He said I hat if he fell asleep at the wheel she was to wake him up. : Direksiyonda uyuyakalırsa, onu uyandırması gerektiğini söyledi.
Bu kalıp ayrıca, talimat sormak için soruların aktarılmasında kullanılır:
'Where shall I put it, sir?' he asked. : 'Bunu nereye koyayım, Efendim?' diye sordu.
= He asked vvhere he was to put it. : Onu nereye koyması gerektiğini sor­du.
(Ayrıca 318 B'ye bakınız.)
2 Bir planı anlatmak için:
She is to be married next month. : Gelecek ay evleniyor.
The expedition is to start in a week. : Gezi bir hafta içinde başlıyor.
Bu kalıp, gazetelerde çok kullanılır:
The Prime Minister is to make a statement tomorrow. : Başbakan yarın bir açıklama yapacaktır.
Haber başlıklarında be, yerden tasarruf için çoğu kez kaldırılır:
Prime Minister to make a statement tomorrow. : Başbakan yarın bir açık­lama yapıyor.
Geçmiş zaman biçimleri:
He was to go. : Şimdiki zaman mastar.
He was to have gone. : -miş'li mastar.
Bunlardan birincisi planın uygulanıp uygulanmadığını bildirmez. (Gitmesi gerekiyordu/ gidecekti ) İkincisi, uygulanmamış bir planı anlatır. (Gitmiş olması gerekiyordu/ Gidecekti -ama gitmedi.)
The Lord Mayor was to have laid the foundation stone but he was taken ill last night so the Lady Mayoress is doing it instead. : Temel taşını Bele­diye Başkanı koyacaktı, fakat dün gece hastalandı. Bu nedenle onun yeri­ne bu işi Başkan'ın eşi yapacaklar.
B was/ were + mastar, alınyazısı izlenimi verir.
He received a blow on the head. it didn't worry him at the time, but it was to be very troublesome later. (= turned out to be/ proved to be very troublesome.) : Başından bir darbe yedi. Bu, o anda onu pek düşündürmedi ama meğer daha sonra başına iş açacakmış. = sonradan başına iş açtı/ciddi bir sorun halini aldı.
They said goodbye, little knowing that they were never to meet again (= never destined to meet again.) : Vedalaştılar, bir daha hiç karşılaşmayacaklarını bilmeden. = Meğer bir daha karşılaşmak hiç nasip olmayacak­mış!
C be about + mastar, son derece yakın bir geleceği belirtir, (-mek üzere):
They are about to start. : Başlamak üzereler.
= They are just going to start. : Hemen şimdi başlıyorlar.
They are on the point of starting. : Başlama noktasındalar.
Geleceğin çok daha yakın olduğunu göstermek için just (hemen şimdi) eklenebilir:
They are just about to leave. : Hemen şimdi gitmek üzereler.
Aynı biçimde geçmişte:
He was just about to dive when he saw the shark. : Dalması an meselesiydi ki köpek balığını gördü.
be on the point of + isim fiil be about + mastar ile aynı anlamdadır, fakat ilkindeki olay daha yakındır.

Sıradan fiil olarak kullanılan be
Biçim: Yardımcı olarak kullanılan be gibi (Bak: 113 A).
115 Varoluş göstermek için, be + sıfat
A be, bir kişi veya nesnenin varlığını bildirmek veya onun hakkında bir bilgi vermek için normal olarak kullanılan fiildir:
Tom is a carpenter. : Tom, bir marangoz/dur.
The dog is in the garden. : Köpek bahçede/dir.
Malta is an island. : Malta bir ada/dır.
The roads were rough and narrow. : Yollar bozuk ve dardı.
Gold is a metal. : Altın bir metaldir.
Peter was tall and fair. : Peter uzun boylu ve sarışındı.
B Fiziksel ya da zihni durum:
I am hot/ cold. : Çok sıcak/Üşüdüm.
He was excited/ calm. : Heyecanlıydı/Sakindi.
They will be happy/ unhappy. : Mutlu/Mutsuz olacaklar.
quiet/noisy, (sessiz/gürültülü), good/bad (iyi/kötü), wise/foolish (akıllıca/ap­talca), gibi bazı sıfatlarda be'nin süreklilik (continuous) biçimi kullanılabilir, ör.: 'Tom is being foolish' (Tom aptallık ediyor), Tom'un şu anda bu özelliği sergilemekte olduğunu göstermektedir. Tom'un şu anda aptalca konuştuğunu ya da davrandığını belirten bu, 'Tom is being foolish' ile Tom'un her zaman aptalca konuştuğunu ya da davrandığını gösteren 'Tom is foolish (Tom aptal­dır)'! karşılaştırınız. Aynı biçimde:
The children are being quiet. = They are playing quietly now. : Çocuklar sessiz duruyorlar. = Şu anda sessizce oynuyorlar. Fakat: The children are quiet. = They usually play quietly. : Çocuklar sessizdir. = Çocuklar genellikle sessizce oynar.
Başka sıfatlar:
annoying generous/mean
(insanı kızdıran) (eliaçık/pinti)
cautious/rash helpful/unhelpful
(tedbirli/pervasız) (yardım eder/etmez)
clever/stupid irritating
(akıllı/aptal) (rahatsız edici)
difficult myterious
(zor) (gizemli, esrarlı)
economical/extravagant optimistic/pessimistic
(ekonomik/savruk) (iyimser/kötümser)
formal polite
(biçimsel, resmi) (terbiyeli, nazik)
funny selfish/unselfish
(komik) (bencil/başkalarını düşünür)
Bunlardan bir bölümü, örneğin stupid, difficult, funny, polite, be'nin süreklilik biçimiyle kullanılır ve öznenin özellikle öyle davrandığını gösterir:
You are being stupid. : Aptal rolü oynuyorsun.
cümlesi, ' You are not trying to understand. : Anlamaya çalışmıyorsun.' anla­mına gelebilir.
He is being difficult. : Zorluk çıkarıyor,
ise genellikle 'He is raising unnecessary objections. : Gereksiz itirazlarda bulunuyor’ demektir.
He is being funny. : Numara yapıyor.
= He is only joking. Don't believe him. : Yalnızca şaka yapıyor. Ona inan­ma.
She is just being polite. : Nezaketinden öyle söylüyor. herhalde 'She is only pretending to admireyour car/clothes/house. vb. (Ara­bana/giysilerine/evine hayran görünüyor, yoksa değil)' demektir.
C Yaş belirtirken
How old are you? ~ I am ten/ I am ten years old. : Kaç yaşındasın? ~ Onundayım/ On yaşındayım. [Fakat 'I am ten years. (On yılım)' denmez.]
How old is the tower? ~ it is 400 years old. : Kule kaç yıllık? ~ 400 yıllık. (Nesnelerin yaşını verirken years old kullanılmalıdır.)
D Ölçü (Ebad) ve ağırlık belirtirken
How tall are you?/ What is your height? ~ I am 1.65 metres. : Boyun ne kadar? ~ 1.65 m.
How high are we now? ~ We're about 20,000 feet. : Ne kadar yüksekte­yiz? ~ Yaklaşık 20.000 fit ([ayak]'teyiz.)
What is your weight?/What do you weigh/How much do you weigh ~ I am 65 kilos/ I weigh 65 kilos.: Kilon ne kadar?/Kaç kilosun/Ne kadar çe­kiyorsun? - 65 kiloyum/65 kilo çekiyorum.
(Kuşkusuz 'çekmek' fiili in­sanlar için kullanılmaz. Yalnızca weigh fiilinin İngilizcedeki kullanılışını göstermek için verdik, İngilizcede weigh: çekmek.)
E Fiyat
How much is t his melon?/ What does the melon cost? ~ it's £1. : Kavun (kapruz) kaça? Bir sterlin.
The best seats are (= cost) £5. : En iyi koltuklar 5 sterlin.
'cost', ayrıca 'mal olmak' olarak da çevrilebilir. Ancak buradaki çeviriye uymamaktadır.
How much did the repair cost? : Onarım kaça mal oldu?
116 there is/ are, there was/ were, vb.
Belirsiz bir kişi ya da nesneyi gösteren bir isim be fiilinin öznesi olduğu zaman, normal olarak there + be + isim yapısını kullanınz. A policeman is at the door (Bir polis kapıda) diyebiliriz, ancak There is a policeman at the door (Kapıda bir polis var) daha doğal olur.
There'in özne gibi görünmesine karşın gerçek öznenin fiili izleyen isim olduğuna ve bu çoğulsa fiilin de çoğul olacağına dikkat ediniz:
There are two policemen at the door. : Kapıda iki polis var.
Yukarıdaki cümlelerde her iki yapı da (isim + be ve there + be + isim) kullanılabilir. Fakat be, exist/ happen/ take place anlamında (var olmak/ olmak/ olmak [= vuku bulmak]) kullanıldığı zaman there yapısı gereklidir:
There is a mistake/ There are mistakes in this translation. :
Bu çeviride bir hata/birkaç hata var.
Bu cümleler A mistake is/ Mistakes are vb. biçiminde yazılamazlar. Aşağıdaki örneklerde there yapısının isim/ zamir + be ile değiştirilebileceği durumlarda (D) harfi kullanılmıştır:
There have been several break-ins this year. : Bu yıl birkaç hırsızlık olayı görülmüştür.
There will be plenty of room for everyone. : Herkes için bol bol yer bulu­nacak.
There are hundreds of people on the beach. : Plajda yüzlerce insan var. (D)
B there aynı biçimde, someone/ anyone/ no one/ something vb. ile de kullanılabilir:
There's someone on thephone for you. : Telefonda seni arayan biri var.
C there + be + something/ notbing/ anything + sıfat da kullanılabilir:
Is there anything wrong with your car? ~ No, there's nothing wrong mth it. : Arabanın bir arısazı mı var? (D) ~ Hayır, onda bir sorun yok. (D)
There's something odd/strange about this letter. : Bu mektupta bir tu­haflık var.
D isim + someone/ something vb'den sonra bir ilgi cümleceği:
There is a film I want to see. : Görmek istediğim bir film var.
There is something I must say. : Söylemek zorunda olduğum bir şey var.
ya da bir mastar bulunabilir:
There's nothing to do. : Yapacak bir şey yok.
(nothing that we can do/must do; bak: 250)
E there yapısı bir başka yardımcı + be:
There must be no doubt about this. : Bu konuda hiçbir kuşku bulunmamalıdır.
There may be a letter for me. : Bana bir mektup olabilir.
ya da seem + be, appear + be ile kullanılabilir:
There seems to be something wrong here. : Burada bir yanlışlık/ terslik var görünüyor.
F Yukarıdaki biçimiyle kullanıldığında there her zaman vurgusuzdur. Bu biçimde kullanılan there ile vurgu alan ve zarf olarak kullanılan there'i birbiriyle ka­rıştırmayınız:
There's a man I want to see. : İşte görmek istediğim bir adam. (Kapı­da duruyor.)
Şu, yukarıdakinden ayrıdır:
There's a man I want to see. : Görmek istediğim bir adam var. (Böyle bir adam yaşıyor.)
117 it is ve there is'in karşılaştırılması it is'in kullanılışları için 67'ye bakınız. İki yapı arasında karışıklığı önlemek için örnek vermek iyi olur:
1 it is + sıfat; there is + isim:
It is foggy/There is a fog. : Hava sisli/Sis var.
It was very wet/ There was a lot of rain. : Hava yağmurluydu/Çok yağ­mur vardı.
It won't be very sunny/ There won't be much sun. : Güneşli olmaya­cak/ Çok güneş olmayacak.
2 it is, there is'in zaman ve mesafe için kullanılışı:
It is a long way to York. : York uzakta.
There is a long way still to go. (We have many miles stili to go.) : Daha
gidilecek çok yol var. (Gidilecek birçok milimiz var.)
It is time to go home. (We planned to start home at six and it is six now.):
Eve gitme zamanı. (Eve gitmek üzere altıda kalkmayı planlamıştık ve şimdi
saat altı.)
There is time for us to go home and come back here again before the
film starts. (That amount of time exists). : (Eve gitmek için zamanımız var;
film başlamadan önce tekrar buraya gel [zaman miktarı yeterli].)
3 it is kimlik için kullanılır; there is ise there is + isim/zamir kalıbında (var) görülür.
There is someone at the door. I think it's the man to read the meters. : Kapıda biri var. Sanırım bu, sayacı okuyacak adam.
There is a key here. Is it the key of the safe? : Burada bir anahtar var. Kasanın anahtarı mı?
4 it is ve there is girişik cümlelerde kullanılır. (Bak: 67 D).
It was pollution that killed these fish. : Bu balıkları öldüren, kirlenmeydi/ Kirlenmeydi bu balıkları öldüren, (kirlenme; başka bir neden değil), . . . and there's the grandmother, who lives in the granny-flat. : Bir d huzurevinde kalan büyükkanne var.


have: yardımcı fiil
118 Biçim ve fiil yapılarını oluşturmadaki kullanımı
A Biçim
Temel gövdeleri: have, had, had İsimfiil ve şimdiki zaman ortacı: having.
Şimdiki zaman:
Olumlu Olumsuz Soru
I have/I've I have not/haven't have I?
(Benim var) (Bende yok) (Bende var mı?)
you have/you've you have not/haven't have you?
he has/he's he has not/hasn't has he?
she has/she's she has not/hasn't has she?
it has/ilt’s it has not/hasn't has it?
we have/we've we have not/haven't have we?
you have/you've you have not/you haven't have you?
they have/they've they have not/haven't have they?
(Özellikle -miş'li fiil yapılarında [perfect tenses] kullanılan) öteki kısaltma biçimleri: I've not, you've not, he's not, vb.
Olumsuz soru: have I not/haven't I? have you not/haven't you? has he not/hasn't he? vb.
Geçmiş zaman:
Olumlu: bütün kişilerle had/'d
Olumsuz: bütün kişilerle had not/hadn't
Soru: had I? vb.
Olumsuz soru: had l not/hadnt I? vb.
Öteki fiil yapıları sıradan fiillerin kurallarına uyarlar.
B Fiil yapılarını oluşturmada kullanılışları
have, geçmiş zaman ortacı (past participle) ile birleşerek şu fiil yapılarını oluştururlar:
Şimdi öncesi (present perfect): I have worked. : Çalışmış bulunuyorum.
Geçmiş öncesi (past perfect): I had worked. : Çalışmıştım.
Gelecek öncesi: I will/shall have worked. : Çalışmış olacağım,
-miş'li şart (perfect conditional): I would/should have worked. : Çalışmış olur­dum.
119 have + tümleç + geçmiş zaman ortacı Kalıbı
A Bu kalıp, 'Birisini bir iş yapmakla görevlendirdim' gibi bir cümleyi ifade etmenin daha dolambaçsız bir yoludur. Örneğin, 'I employed someone to clean my car : Arabamı temizlemekle birini görevlendirdim' yerine 'I had my car cleaned : arabamı temizlettirdim', diyebiliriz. Veya I got a man to sweep my chimneys : Bir adama bacamı temizleme işini yaptırdım/bacamı temizlettirdim' yerine, 'I had my chimneys swept : Bacalarımı temizlettirdim' diyebiliriz. (NOT: Burada got, '. . .mek üzere para verdim/. . .meye razı ettim' anlamın­dadır.)
Bu, have + özne + geçmiş zaman ortacı dizilişinin korunması gerektiğini unutmayınız, yoksa anlam değişecektir:
'He had his hair cut', 'Saçını kestirdi' anlamındadır.
Oysa:
'He had cut his hair'in anlamı, 'Saçını -kendi- kesmişti (geçmişten önce)' olacaktır.
have'in bu kullanışı sırasında olumsuz ve soru biçimleri do ile yapılır:
Do you have your windows cleaned every month? : Her ay pencerelerini­zi temizletir misiniz?
I don't have them cleaned; I clean them myself. : Onları temizletmem; kendim temizlerim.
He was talking about having central heating put in. Did he have it put in in the end? : (Eve) merkezi ısıtma sistemi yerleştirmekten sözediyordu. Sonunda koydurdu mu?
En son cümlede birbirini izleyen iki in'in baskı yanlışlığı olmadı­ğını hatırlatmak isteriz. Bunlardan birincisi put in : yerleştirmek fiiline, ikincisi ise in the end : sonunda sözcük takımına aittir.
Aynı kalıp süreklilik gösteren fiil zamanlarında da kullanılabilir:
I can 't ask you to dinner as I am having my house painted at the moment. :
Sizi yemeğe çağıramıyorum, çünkü şu sıralarda evimi boyatıyorum.
While I was having my hair done the police towed away my car. : Saçımı yaptırırken polis arabamı -yedekte- alıp götürdü.
The house is too small and he is having a room built on. : Evi çok küçük; bir de oda ekletiyor.
get fiili de aynen yukarıdaki have gibi kullanılır, fakat get daha çok konuşma diline özgüdür. İşi yapan kişiyi söylediğimizde de get kullanılır:
She got him to dig away the snow. : Ona karı temizletti.
(to'suz mastarla birlikte kullanılan have de bu durumda kullanılabilir, fakat get'li kalıp İngiliz İngilizcesinde daha yaygındın)
She had him dig away the snow. : Ona karı temizletti.
B Bu, have + tümleç + geçmiş zaman ortacı kalıbı, genellikle bir kaza veya şanssızlıkla ilgili edilgen bir fiilin yerine de kullanılabilir:
His fruit was stolen bejore he had a chance to pick it. cümlesinin yerine,
He had his fruit stolen befor he had a chance to pick it. de denilebilir. (Daha toplamaya fırsat bulamadan meyvalarını çaldırdı/mey-vaları çalındı.)
Aynı biçimde:
Two of his teeth were knocked out in thefıght. : Kavgada iki dişi kırıldı, yerine,
He had two of his teeth knocked out in the fight. : İki dişi kırıldı. denilebilir.
Görüldüğü gibi yukarıda, A'da, özne, işin yapılmasını söyleyen kişi olduğu halde burada özne, yapılan işten zarar gören taraftır.
Cümlelerde özne bir eşya da olabilir:
The houses had their roofs ripped off by the gale. : Tam çevirisi: Ev, çatı­sını şiddetli rüzgâra uçurttu. (Şiddetli rüzgâr çatıyı uçurdu.)
Burada da have'in yerini get alabilir:
The cat got her tail singed through sitting too near the fire (The cat's tail was singed.) : Kedi ateşe çok yakın oturduğu için kuyruğunu hafifçe yaktı. (Kedinin kuyruğu hafifçe yandı.)
120 had better + çıplak (to'suz) mastar
Buradaki had, gerçekleşemiş geçmiştir; anlamı şimdiki ya da gelecektir.
I had/I'd better start at once/ tomorrow. : Ona hemen/yarın yola çıksan iyi olur.
Olumsuzu, better'dan sonra gelen not'la oluştururlar:
You had better not miss the last bus. : Son otobüsü kaçırmasan iyi olur.
had normal olarak zamirlerden sonra kaynaştırılır, konuşma dilinde duyul­mayacak kadar vurgusuzdur.
had better, normal olarak olumlu soru yapısıyla kullanılmaz, fakat öğüt an­lamında olumsuz soruda bulunur:
Hadn't you better ask him first? : Önce ona sorsan iyi olmaz mı?
Wouldn't it be a good thing to ask him first? : Önce ona sormam iyi ol­maz mı?
you had better, çok yararlı bir öğüt ifadesidir:
You had better fly. : Uçakla gitsin iyi olur. (En iyisi uçakla gitmen, uçak­la gitmeni öğütlerim.)
Dolaylı aktarımda had better, birinci ve üçüncü şahıslarda değişmeden kalır; ikinci şahısta ise had better, ya değişmeden kalır, ya da advise + tümleç + mastar ile aktarılır:
He said, Ann had better hurry.' : 'Ann acele etse iyi olur' dedi.
= He said (that) Ann had better hurry. : Ann acele ederse iyi olur, dedi.
He said, ‘I had better hurry,' : 'Acele edersem iyi olur', dedi.
= He said (that) he had better hurry. : Acele ederse iyi olacağını söyledi.
He said, 'You had better hurry' : 'Acele etsen iyi olur', dedi.
= He said (that) I had better hurry. : Acele edersem iyi olacağını söyledi,
ya da: He advised me to hurry. : Acele etmemi öğütledi.
121 have + tümleç + şimdiki zaman ortacı
A Bu ifade, gelecekteki bir zaman süreci ile kullanılabilir:
I’ll have you driving in three days (As a result of my efforts, you will be driving in three days.) : Sana üç gün içinde araba kullandırtacağım. (Çabalarım sonucu üç gün içinde araba kullanacaksın).
Fakat geçmiş ya da şimdiki zamanda da kullanılabilir:
He had them all dancing (He taught/persuaded them all to dance.): Hep­sine dans ettirdi (Hepsine dans etmesini öğretti/etmeye razı etti.)
I have them all talking to each other (I encourage/persuade them all to talk to each other.): Hepsini birbiriyle konuştururum (Hepsini birbiriyle konuşturmaya teşvik ederim/ikna ederim.)
Bu kalıp soruda da kullanılabilir:
Will you really have her driving in three days? : Gerçekten ona üç günde araba kullandıracak mısın?
Fakat normal olarak olumsuz da kullanılmaz.
B If you give all-night parties you'll have the neighbours complaining. (The neighbours will complain/ will be complaining.) : Tüm gece süren parti­ler verirsen, bir de bakarsın komşular senden yakmıyor.
If film-stars put their numbers in telephone books they'd have everyone ringing them up, (Everyone would ring/would be ringing them up.): Film yıldızları numaralarını telefon rehberlerine koysalar bir de bakarlar ki her­kes onlara telefon ediyor.
Birinci örnekteki you'll have, 'this will happen to you (bu, senin başına ge­lir)'; aynı biçimde ikinci örnekteki they'd have, 'this would happen to them (bu onların başına gelir)' anlamını taşır.
Ifyou don't put a fence round your garden you’ll have people wolking in and stealing your fruit. (People will walk in and steal/wil be walking in and stealing it/this will happen to you.): Bahçenin çevresine çit çek­mezsen bir bakarsın millet elini kolunu sallayarak içeri girip meyvalarını çalıyor.
Bu yapı soru ve olumsuzda kullanılır:
When they move that bus stop you won't have people sitting on your steps waiting for the bus any more. : O otobüs durağını kaldırdıkları za­man millet artık senin merdivenlerine oturup beklemeyecek.
Bu yapı özellikle, yukarıdaki gibi, have fiilinin öznesi için hoş olmayan olay­lar için kullanılır. Fakat hoş olmayan bir yanı bulunmayan durumlar için de kullanılabilir:
When he became famous he had people stopping him in the street and asking for his autograph = When he became famous, people stopped him in the street and asked for his autograph. : Ün kazanınca herkes onu yolda durdurup el yazısını/imzasını istemeye başladı.
‘have + mastar + şimdiki zaman ortacı'nın bu ikinci kullanımı­nın özünü tam olarak ve her karşılığını aktararak verecek bir ifade bulamadık. Bu ya­pıda daha çok, 'başına bu iş belir/bir bakarsın . . .yor' anlamı vardır.
Fakat I won't have + tümleç + şimdiki zaman ortacı normal olarak 'I won't/ don't allow this (buna izin vermem/vermiyorum)' anlamına gelir:
I won't have him sitting down to dinner in his overalls. I make him change them (I won't/don't allow him to sit dovvn. . .) : Onun işçi tulumuyla yemeğe oturmasına izin vermem.
Bu kullanım, yalnız birinci şahısla kullanılır.
(have'in zorunluk göstermesi konusunda bak. bölüm 14.)
Sıradan fiil olarak 'have'
122 Sahip olmak anlamında have
A Bu, have'in temel anlamıdır:
He has a black beard. : Siyah sakalı var.
I have had this car for ten years. : On yıldır bu arabaya sahibim.
She will have £14,000 a year when she retires. : Emekliye ayrıldığında 14,000 sterlin alacak.
B Biçim
Olumlu Olumsuz Soru
Şimdiki zaman: have (got) haven't (got) have I (got)?, vd.
veya have veya don't have veya do you have, vd.
Geçmiş zaman: had hadn't (got) had you (got)? Veya
veya didn't have did you have? vd.
Olumsuz ve sorunun iki biçimde yapılabildiğine dikkat ediniz.
C have, sürekli olarak geçerli olan durumlar için do ile çekilir:
Do you have earthquakes in your country? ~ Yes, but we don't have them very often. : Ülkenizde deprem olur mu? ~ Evet ama pek sık olmaz.
Bu alışkanlık durumu bulunmuyorsa, İngiltere'de have not (got)/ have you (got) biçimlerinin daha alışılmış biçim olmasına karşılık ana dili İngilizce olan di­ğer ülkeler (özellikle Amerika) burada do'lu biçimi de kullanırlar.
Bir Amerikalı, 'Can you help me now? Do you have time?' ('Şimdi bana yar­dım edebilir misin? Zamanın var mı?') derken bir İngiliz 'Can you help me now? Have you got time?' (Anlam aynı) diyecektir.
Bu nedenle do'lu biçim her yerde güvenle kullanılabilir, ancak İngiltere'de otu­ran öğrencilerin diğer biçimi de kullanmaya alışmaları gerekir.
D Yukarıda gösterildiği gibi have/have not/have you, vb'ne got eklenebilir. Anlamda herhangi bir değişiklik yaratmaz; bu nedenle kullanmak isteğe bağlı­dır, fakat oldukça yaygın bir eklemedir. Ancak got, kısa yanıtlarda ya da pe­kiştirme sorularında eklenmez.
Have you got an ice-axe? ~ Yes, I have. : Buz baltan var mı? ~ Evet, var. She's got a nice voice, hasn't she? : Güzel bir sesi var, değil mi?
Arkasında got bulunan have, genellikle kaynaştırılır:
I've got my ticket. : Benim biletim var.
He's got a flat in Pimlico. : Pimlico'da bir dairesi var.
Vurgu, got'a kayar, 've ve 's hemen hemen duyulmaz.
Arkasından got gelmeyen have çoğu kez kaynaştırılmaz. O zaman have ya da has duyulmalıdır.

123 Almak/yemek/içmek (take), vermek (bir parti) (give), vb. anlamında have
A have şu anlamları da verebilir:
'take' (a meal / food veya drink, bath/ a lesson): öğün/ yemek veya içki/ banyo/ ders almak (yemek/içmek/yapmak).
'give' (a party), 'entertain' (guests): parti vermek; konuk ağırlamak.
'encounter' (difficulties/trouble): zorluklarla/dertle karşılaşmak.
Genellikle good: iyi sıfatı ile birlikte, 'experience, enjoy' (geçirmek, yaşamak)
anlamında.
We have lunch at one. : Saat birde öğle yemeği yeriz/Öğle yemeğini saat birde yeriz.
They are having a party tomorrow. : Yarın bir parti veriyorlar.
Did you have trouble with the Customs? : Gümrükte sorunla karşılaştın mı?
I hope you'll have a good holiday. : Umarım iyi bir tatil geçirirsin.
B Yukarıdaki gibi kullanılan have, sıradan fiillerin bağlı olduğu kurallara bağlıdır:
Ardından hiçbir zaman got gelmez.
Sorusu ve olumsuzu do/did ile yapılır.
Süreklilik gösteren fiil zamanları (continuous tenses) ile kullanılabilir.
We are having breakfast early tomorrow. : Yarın erkenden kahvaltı ediyoruz/edeceğiz. (Yakın gelecek).
She is having twenty peoplefor dinner next Monday. : Önümüzdeki Pa­zartesi, akşam yemeğine yirmi kişi ağırlayacak. (Yakın gelecek).
I can't answer the telephone; I'm having a bath. : Telefona yanıt vere­mem. Şimdi banyo yapıyorum. (Şimdiki zaman)
How many English lessons do you have a week? ~ I have six. : Hafta'da kaç İngilizce dersi yapıyorsunuz. ~ Altı saat yapıyoruz.
You have coffee at eleven, don 't you? : Saat onbirde kahve içersiniz, değil mi? (Alışkanlık)
Ann has breakfast in bed, but Mary doesn't. : Ann yatakta kahvaltı eder ama Mary etmez. (Alışkanlık)
Will you have some tea/coffee (etc)? : Biraz çay/kahve (vb.) alır mısınız? (Bu bir çağrıdır. Will you'yu kaldırıp Have some tea vb. diyebiliriz.)
Did you have a good time at the theatre? : Tiyatroda iyi vakit geçirdiniz mi? (Did you enjoy yourself? : Eğlendiniz mi?)
Have a good time! (Enjoy yourself!). : İyi vakit geçirin/geçirirsiniz inşal­lah. Eğlenin/Eğlenirsiniz inşallah!
I am having a wonderful holiday. : Harikulade bir tatil geçiriyorum.
I didn't have a very good journey. : Çok iyi bir yolculuk yapmadım.
do
124 Biçim
Temel gövdeleri: do, did, done
Şimdiki zaman: doing
Geniş zaman:
Olumlu Olumsuz Soru
I do I do not/don't do I?
you do you do not/don 't do you?
ne does ne does not/doesn't does he?
she does she does not/doesn't does she?
it does it does not/doesn't does it?
we do we do not/don 't do we?
you do you do not/don 't do you?
they do they do not/don't do they?
Sıradan fiil olarak do'nun olumlu biçimi, yukarıda gösterildiği gibidir. Fakat olumsuz ve soruda yukarıdaki biçimlere do mastarını ekleriz: What does/did she do? (Bak: 126.)
Geçmiş zaman:
Olumlu: Bütün kişiler için did
Olumsuz: Bütün kişiler için did not/didn't
Soru: did he? vb.
Olumsuz soru: did he not/didn't he? vb.
do'yu çıplak mastar izler.
I don't know. : Bilmiyorum.
Did you see it? : Onu gördün mü?
He doesn't tike me. : Beni sevmiyor/sevmez.
125 Yardımcı olarak kullanılan do
A do, sıradan fiillerin basit şimdiki zaman ve basit geçmiş zamanlarının olum­suz ve sorularının kuruluşunda kullanılır: (Bak: 103-5.)
He doesn't work. He didn't work.
(Çalışmaz.) (Çalışmadı.)
Does he work? Did he work?
(Çalışır mı?) (Çalıştı mı?)
B Özel bir vurgulama yapmak istediğimiz zaman do/ did + mastarı olumluda da kullanmak olanağı vardır. Bu, özellikle, sözü edilen iş konusunda bir şüp­he belirttiği zaman kullanılır:
You didn't see him. ~ I ‘did see him. : Onu görmedin ~ Onu gör'düm (/'/ işareti, vurgulu heceyi göstermektedir.)
(Konuşma dilinde 'did' kuvvetle vurgulanır. Bu, normal 'I saw him' den daha güçlüdür.)
I know that you didn't expect me to go, but I ‘did go. : Benim gitmemi ummadığını biliyorum, ama git'tim.
C do, kendinden önceki sıradan bir fiilin yinelenmesini önlemek için kullanılabilir:
1 Kısa onaylama ve yalanlamalarda (Bak: 109):
Tom talks too much. ~ Yes, he does/No, he doesn't. : Tom çok konuşu­yor. ~ Evet, öyle/Hayır, konuşmuyor.
He didn't go. ~ No, he didn't/Oh yes, he did. : Gitmedi. ~ Evet, gitme­di/ Yo, gitti.
2 Eklemelerde (Bak: 112):
He likes concerts and so do we. : O konserleri sever; biz de . . .
He lives here but I don't. : O burada oturur ama ben oturmam.
He doesn't drive but I do. : O araba sürmez, ama ben sürerim.
3 Pekiştirme sorularında (Bak: 110):
He lives here, doesn't he? : Burada oturur, değil mi?
He didn't see you, did he? : Seni görmedi, değil mi?
D do, ana fiilin yinelenmesini önlemek için kısa yanıtlarda kullanılır:
Do you smoke? Yes, I do. ('Yes, I smoke' değil!)/ No, I don't. : Sigara içermisin? Evet, (içerim)/Hayır, içmem.
Did you see him? - Yes, I did/ No, I didn't. : Onu gördün mü? ~ Evet, gördüm/ Hayır görmedim. (Bak: 108).
E Aynı biçimde, karşılaştırmalarda (Bak: Ders 22 )
He drives faster than I do. : Ben(im sürdüğüm)den daha hızlı sürüyor.
F do, bir rica veya çağrıyı daha etkinleştirebilmek için emirin başına konur: Do come with us. : (Bizimle birlikte 'gelin.) cümlesi, Come with us. : (Bizimle birlik'te gelin.) cümlesinden daha etkindir. (Türkçedeki vurgulama farkına dik­kat ediniz.)
Do work a little hareler. : Biraz daha fazla çalış, (sen de).
Do help me. : Bana yardım edin.
G Bir işi yapabilmek için izin veya yapacağı bir iş için onay bekleyen bir kişiye söylenen onaylayıcı ya da cesaretlendirici olumlu bir cümlede de yardımcı kullanılabilir:
Shall I write to him? ~ Yes, do veya tek başına Do. : Ona mektup yaza­yım mı? - Evet yaz./ Yaz ya!
126 Sıradan bir fiil olarak do'nun kullanılışı
have gibi do da sıradan bir fiil olarak kullanılabilir. O zaman, basit şimdiki zaman ve basit geçmiş zaman olumlu ve soru biçimlerini do ve did ile kurar:
I do not do do you do? don't you do?
(yapmam) (yapar mısın?) (yapmaz mısın?)
he does not do does he do? doesn't he do?
(yapmaz) (yapar mı?) (yapmaz mı?)
I did not do. did he do? didn't he do?
(yapmadım) (yaptı mı?) (yapmadı mı?)
Süreklilik gösteren veya basit fiil zamanlarında kullanılabilir:
What are you doing (now)? ~ I'm doing my homework. : (Şimdi) ne yapıyorsun? ~ Ödevimi yapıyorum.
What's he doing tomorrow? : Yarın ne yapıyor? (Yakın gelecek)
What does he do in the evenings? : Akşamları ne yapar?/yapıyor? (Alış­kanlık)
Why did you do it? - I did it because I was angry. : Bunu neden yaptın? ~ Kızdığım için yaptım.
How do yo do? bir tanıştırmadan sonra her iki tarafça da söylenir:
HOSTESS: Mr Day, may I introduce Mr Davis? Mr Davis, Mr Day. :
EV SAHİBESİ: Mr Day, sizi Mr Davis'le tanıştırabilir miyim?
Her iki adam da How do you do? (Memnun oldum), der. Kökeninde bu ifade, karşıdakinin sağlığını sormak için sorulan bir soruydu. Bugün ise yalnız tanıştırma sırasında kullanılan biçimsel bir tanışma yoludur. (Dolayısıyla bu cümleyi 'Nasılsınız?' olarak çevirmekten kesinlikle kaçınınız. Sanırız bu cümlenin en iyi çeviri biçimi, 'Memnun oldum' ~ 'Ben de'dir.)


do'nun öteki kullanımlarına bazı örnekler:
He doesn't do what he's told. (doesn't obey orders): Kendisine söylenen­leri yapmıyor/yapmaz (emirlere uymaz)
What do you do for a living? ~ I'm an artist. : Yaşamınızı nasıl kazanırsı­nız? -~ Ressamım.
How's the new baby doing? (getting on) : Yeni bebek nasıl gidiyor?
I haven't got a torch, Will a candle do? (= be suitable/ adequate): Fene­rim yok. Mum (uygun) olur mu? ~ A candle won't do. I'm looking for a gas leak. : Mum olmaz. Gaz kaçağı arıyorum. (Mum uygun değil.)
Would £10 do? ~ No. it wouldn't. I need £20. : 10 sterlin yeter mi? ~ Ha­yır, yetmez. 20 sterlin gerekiyor bana.
to do with (yalnızca mastar biçiminde), 'ilgilendirmek' anlamına gelebilir. Bu daha çok, it is/ it was something/ nothing to do with + isim/zamir/isimfiil'de kulanılır:
It's nothing to do with you = it doesn't concern you. : Bunun seninle bir ilgisi yok = Seni ilgilendirmiyor.

Hiç yorum yok: