9. Edatlar (Prepositions)
86 Sunuş
Edatlar, normal olarak isim ya da zamirlerden önce (fakat değişik konumlar için 87'ye bakınız) konan sözcüklerdir. Edatlar, fiillerden sonra de gelebilir fakat but ve expect dışında fiilin isimfiil biçiminde olması gerekmektedir:
He is talking of emigrating. : Göçmekten söz ediyor.
They succeeded in escaping. : Kaçmayı başardılar.
Öğrencilerin edatlarla iki sorunu olmaktadır: (a) bir yapıda edatın gerekli olup olmadığını, (b) gerekliyse hangi edatın kullanılacağım bilmek. Birinci sorun özellikle Avrupalı bir öğrenci için sıkıntı yaratabilir çünkü kendi dilinde belli bir yapının edat gerektirmesine karşın bunun İngilizcedeki benzerinin edat gerektirmediğini görür, ya da bunun tersi olur. örneğin birçok Avrupa dilinde amaç, edat + mastar ile, İngilizcede ise yalnızca mastarla ifade edilir:
I came here to study. : Buraya çalışmaya geldim.
(Bu cümleyi, 'Buraya çalışmak için geldim' olarak çevirirsek aynı sorunun Türkçe için de geçerli olduğunu görürüz.)
Öğrencinin ayrıca, daha çok edat olarak kullanılan birçok sözcüğün bağlaç veya zarf olarak da kullanılabileceğine de dikkat etmesi gerekir. İlerideki paragraflarda böyle durumlar ortaya çıktığında buna dikkat çekilecektir.
87 Edatların Değişik Konumları
A Edatlar normal olarak isim ya da zamirlerden önce gelir. Ancak iki yapıda teklifsiz İngilizcede edatı cümlenin sonuna atmak olanağı bulunmaktadır:
1 Edat + whom/ which/ what/ whose/ where il başlayan sorularda :
To whom were you talking? (biçimsel)
Who were you talking to? (teklifsiz) : Kiminle konuşuyordun?
In which drawer does he keep it? (biçimsel)
Whish drawer does he keep it in? (teklifsiz) : Onu hangi çekmecede saklıyor?
Eskiden cümleyi bir edatla bitirmek dilbilgisine aykırı kabul ediliyordu, fakat artık bu, halk dilinde normal sayılmaktadır.
2 Aynı biçimde, ilgi cümleciklerinden whom/ which'ten önce kullanılan bir edat cümleciğin sonuna alınabilir. O zaman ilgi zamiri atılabilir:
the people with whom I was travelling (biçimsel;
the people I was travelling with (teklifsiz) : Birlikte seyahat ettiğim kişiler
the company from which I hire my TV set (biçimsel)
the company l hire my TV set from (teklifsiz): TV setimi ödünç aldığım firma
B Fakat edatlı fiillerde edat/ zarf, ait olduğu fiilden sonraki yerinde kalır ve biçimsel yapısını oluşturmak olanağı bulunmaz, the children l was tooking after (baktığım çocuklar), after + whom ile yeniden yazılamadığı için Which bridge did they blow up? da up + which'le yeniden yazılamaz.
88 Dolaylı tümleçlerden önce to ve for'un atılması
A 1 I gave the book to Tom (Kitabı Tom'a verdim) gibi bir cümle I gave Tom the book (Tom'a kitabı verdim) biçiminde de ifade edilebilir. Böylece dolaylı tümleç öne alınıp to kaldırılabilir.
Bu yapıyı şu fiillerle kullanabiliriz:
bring give leave
getirmek vermek (miras) bırakmak
lend offer pass
ödünç vermek teklif etmek uzatmak (vermek)
pay play promise
ödemek (müzik) çalmak vaad etmek
sell send show
satmak göndermek göstermek
sing take tell
(şarkı söylemek götürmek anlatmak
I showed the map to Bill = I showed Bill the map. : Haritayı Bill'e gösterdim = Bill'e haritayı gösterdim.
They sent £5 to Mr Smith = They sent Mr Smith £5. : 5 sterlin Mr Smith'e gönderdiler = Mr Smith'e 5 sterlin gönderdiler.
2 Aynı biçimde I'll find a job for Ann (Ann'e bir iş bulurum), I'll find Ann a job (Anlam aynı.) olarak (dolaylı tümleci başa alıp for'u atarak) ifade edilebilir. Bu yapıyı book, build, buy, cook, (bake, boil, fry, vb), fetch, find, get, keep, knit, leave, make, order, reserve (ayırtmak, inşa etmek/ kurmak, satın almak, pişirmek, [fırında pişirmek, kaynatmak, kızartmak vb.], gidip getirmek, bulmak, getirmek/almak, tutmak/korumak, örmek, bırakmak/terketmek, ısmarlamak, [yer] ayırtmak/tutmak) fiillerinden sonra kullanılabilir:
I'll get a drink for you = I'll get you a drink. : Sana bir içki alayım
I bought a bookfor James = / bought James a book. : James'e bir kitap aldım.
B Normal olarak iki yapı da kullanılabilir, fakat:
1 Düz tümleç bir takım ya da cümlecik olduğu zaman edatsız yapı yeğ tutulur:
Tell her the whole story. : Ona bütün olup bitenleri anlat.
Show me what you've got in your hand. : Elinde olanı bana göster.
2 Edatlı yapı şu durumlarda yeğ tutulur:
(a) Dolaylı tümleç bir takım ya da cümlecik olduğu zaman:
We kept seats for everyone on our list/ for everyone who had paid. : Listemizdeki herkes/para ödeyen herkes için yer ayırdık.
I had to show my pass to the man at the door. : Pasomu kapıdaki adama göstermek zorunda kaldım.
(b) Dolaylı tümleç it ya da them olduğu zaman. They kept it for Mary. Shemade them for Bill. We sent it to George (Onu Mary'ye ayırdılar. OnlarıBill'e yaptı. Onları George'a gönderdik) gibi cümlecikler fiil + isim +zamir yapısı ile ifade edilemezler.
Dolaylı tümleç de bir zamirse (I sent it to him. : Onu ona gönderdim.) bazen zamirleri ters çevirip to'yu atmak olanağı vardır. (Isent him it.) fakat bu for'lu yapılarda kullanılamaz ve bundan kaçınmak daha iyidir.
Bu kısıtlama öteki zamirlerden oluşan tümleçlerde geçerli değildir:
He gave Bill some. : Bill'e biraz/birkaç tane verdi.
He didn't give me any. : Bana hiç vermedi.
He bought Mary one. : Mary'ye bir tane (satın) aldı.
I’ll show you something. : Sana birşey göstereceğim.
C promise, show, tell, yalnızca dolaylı tümleçle to almadan kullanılabilir:
promise us show him tell him
bize söz ver ona göster ona söyle
read, write da aynı biçimde kullanılabilir, fakat to'yu gerektirirler:read to me write to them
bana oku onlara yaz
play, sing (almak, şarkı söylemek), to ve for'la kullanılabilir:
play to us play for us sing to us sing for us
bize çal bize şarkı söyle
89 to'nun iletişim fiillerinden sonra atılması
A Emir, rica, çağrı (davet) ve öğüt gösteren fiilleri (örneğin advise [öğütlemek], ask [rica etmek], beg [yalvarmak], command [emretmek], encourage [yüreklendirmek], implore [yalvarmak, istirham etmek], invite [çağırmak, davet etmek], order [emretmek], recommend [önermek], remind [anımsatmak], request [rica etmek], tell [söylemek], urge [kışkırtmak, . . .meye itmek, teşvik etmek], warn [uyarmak]) doğrudan doğruya hitap edilen kişi (to'suz) + mastar izleyebilir:
They advised him to wait. : Ona beklemesini öğütlediler.
I urged her to try again. : Onu yeniden denemeye teşvik ettim. (Bak: 244)
Hitap edilen kişi (to'suz) başka yapılarla da advise, remind, teli, vvar/ı'dan sonra kullanılabilir:
He reminded them that there were no trains after midnight. : Onlara, gece yarısından sonra tren olmadığını anımsattı.
They warned him that the ice was thin/ warned him about the thin ice. : Onu buzun ince olduğu konusunda uyardılar / Onu ince buz hakkında uyardılar.
Ancak recommend = advise (önermek) fiilinin, başka yapılarla kullanıldığı zaman hitap edilen kişiden önce to istediğine dikkat ediniz:
He recommended me to buy it. : Bana onu satın almamı önerdi. Fakat:
He recommended it to me. : Onu bana önerdi.
He recommended me (for the post) ([Bu makam için] beni önerdi), 'He said I was suitable' (Benim uygun olduğumu söyledi) anlamına gelir.
ask öteki yapılarla kullanıldığı zaman hitap edilen kişinin belirtilmesi isteğe bağlıdır. Burada to edatı hiçbir zaman kullanılmaz:
He asked (me) a question. : (Bana) bir soru sordu.
He asked (me) if I wanted to apply. : (Bana) başvurup vurmayacağımı sordu.
She asked (her employer) for a day off. : (Patronundan) bir boş gün istedi.
B call (= shout) (çağırmak), complain (yakınmak), describe (tanımlamak), explain (anlatmak), grumble (homurdanmak), murmur (mırıldanmak), mutter (söylenmek), say (söylemek), shout (bağırmak), speak (konuşmak), suggest (salık vermek), talk (konuşmak), whisper (fısıldamak), hitap edilen kişiden önce to isterlerse de bu kişiyi belirtmek zorunlu değildir:
Peter complained (to her) about the food. : Peter (ona) yemek konusunda yakındı.
She said nothing (to her parents). : (Anne-babasına) bir şey demedi.
He spoke English (to them). : (Onlarla) İngilizce konuştu.
Özne öteki kişiye kızgınsa shout at ( . . .e bağırmak) kullanılır:
He shouted at me to get out of his way. : Bana, yolumdan çekil, diye bağırdı.
Bunu, uzakta olduğum için sesini yükseltti, anlamına gelen shout to ile karşılaştırınız.
90 Zaman ve tarih: at, on, by, before, in
A at, on
at a time: belirli bir zamanda
at dawn at six at midnight at 4.30
şafakla altıda gece yansı 4.30'da
at an age: belli bir yaşta
at sixteen/ at the age of sixteen : onaltısında/ onaltı yaşında.
She got married at seventeen. : Onyedisinde evlendi.
on a day/date: belli bir gün:
on Monday on 4 June On Christmas Day
Pazartesi 4 Haziranda Noel Günü
Kural dışı durumlar:
at night (geceleyin)
at Christmas (Noel'de)
at Easter (Paskalya'da) (Yalnızca gün değil, süre.)
on the morning/ afternon/ evening/ night of a certain date : Belli bir günün sabahında/ öğleden sonrasında/ akşamında/ gecesinde:
We arrived on the morning of the sixth. : Altıncı günün akşamı vardık/ geldik.
Kuşkusuz,
this/nexp Monday : bu/gelecek Pazartesi
any Monday : herhangi bir Pazartesi
one Monday : bir Pazartesi
demek olanağı da vardır.
B by, before
by a time/ date/ period = at that time or before/ not later than that date (Belli bir zamana/ tarihe/ süreye kadar = o zamanda ya da o zamandan önce/ daha sonra değil). Genellikle 'before that time/date' (o zamandan/tarihten önce) anlamını içerir:
The train starts at 6.10, so you had better be at the station by 6.00. :
Tren saat 6.10'da kalkıyor; onun için saat 6.00'ya kadar istasyonda olsanız iyi olur.
by + bir zaman ifadesi çoğu kez bir -miş'li zamanla (perfect tense), özellikle gelecek öncesi (future perfect) ile kullanılır. (Bknz: 216):
By the end of July I'll have read all those books. : Temmuz sonuna dek bütün o kitapları okumuş olacağım.
before, edat, bağlaç, zarf olabilir:
Before signing this . . . : Bunu imzalamadan önce . . . (edat)
Before you sign this . . . : Siz onu imzalamadan önce (bağlaç)
I've seen him somewhere before. : Onu daha önceden bir yerde gördüm, (zarf)
(Bak: 195 B, 342)
C on time, in time, in good time
on time = on the time arranged, not before, not after (zamanında = belirlenen zamanda, daha önce ya da sonra değil):
The 8.15 train started on time (it started at 8.15). :
8.15 treni zamanında kalktı (Saat 8.15'te kalktı).
in time/ in time for + isim = not late (zamanında = geç değil); in good time (for) = with a comfortable margin (zamanında, sıkışmadan):
Passengers should be in time for their train. :
Yolcular trene zamanında gelmelidir / Trene yetişmelidir.
I arrived at the concert hall in good time (for the concert). :
Konser salonuna (konser için) zamanında geldim / İyi geldim. (Konser belki 7.30'da başladı; ben saat 7.15'te oradaydım.)
D on arrival, on arriving, on reaching, on getting to
on arrival/ on arriving, he . . . : when he arrives/arrived, he . . . : Geldiğinde? Gelişinde/ Gelince, . . .
on, bazı (daha çok bilgi ileten) fiillerin isim-fiilleri ile de aynı biçimde kullanılabilir:
On checking, she found that some of the party didn't know the way : Soruşturunca, kafiledekilerden bir bölümünün yolu bilmediğini öğrendim.
On hearing/ Hearing that the plane had been diverted, they left the airport. : Uçağın yön değiştirdiğini öğrenince havaalanını terkettiler.
Son cümledeki on cümleden atılabilir. (Bknz: 227)
E at the beginning/ end, in the beginning/ end, at first/ at last
at the beginning (of)/ at the end (of) : başında-başta/sonunda-sonda:
At the beginning of a book there is often a table of contents. :
Kitabın başında, genellikle bir 'içindekiler' listesi vardır.
At the end there may be an index. : Sonda bir dizin bulunabilir.
in the beginning/ at first: başlarda (ilk aşamalarda). Bu ifade, daha sonra bir değişiklik olduğunu belirtir:
In the beginning/ At first we used hand tools. Later we had machines. : Başlarda el aletleri kullanıyorduk ama sonradan makinelerimiz oldu.
in the end/ at last: sonunda, bir süre sonra:
At first he opposed to the marriage, but in the end he gave his consent. : Başlarda evliliğe karşı çıktı, ama sonunda razı oldu.
91 Zaman: from, since, for, during
A from, since ve for
1 from, normal olarak to ya da till/ until ile birlikte kullanılır:
Most people work from nine tofive. : Birçok kişi dokuzdan beşe kadar çalışır.
from, yer için de kullanılabilinir:
Where do you come from? : Nerelisin?
2 since, zaman için kullanılır; yer için hiç kullanılmaz. 'O zamandan göndermeyapılan zamana kadar' anlamındadır. Çoğu kez şimdi öncesi (present perfect) ya da geçmiş öncesi (past perfect) fiil yapısı ile kullanılır (Bak: 185-8,194).
He has been here since Monday. (from Monday till now.): Pazartesinden beri (Pazartesinden şimdiye kadar) burada.
He wondered where Ann was. He had not seen her since their quarrel. : Ann'in nerede olduğunu merak ediyordu. Onu tartışmalarından beri görmemişti.
since, zarf olarak da kullanılabilir. (Bknz: 37, 185-8):
He lef t school in 1983. I haven't seen him since. :
Okuldan 1983 'te ayrıldı. O zamandan beri onu görmedim.
since, zaman bağlacı olarak da kullanılabilir:
He has worked for us ever since he left school. : Ta okuldan ayrıldığından bu yana bizimle çalıştı.
It is two years since I last saw Tom =
I last saw Tom two years ago/ I haven 't seen Tom for two years. : Tom'u son gördüğümden bu yana iki yıl geçti = Tom'u en son iki yıl önce gördüm/ Tom'u iki yıldan beri görmüyorum.
(since'in öteki cümlecik türleriyle kullanılışı için bak: 338)
3 for, bir zaman süresi içinde kulanılır: for six years, for two months, for ever (altı yıldan beri/ altı yıldır/ iki yıl süreyle, iki aydan beri/ iki aydır/ iki ay süreyle, sonsuzdan beri):
Bake it for two hours. : Onu iki saat fırında pişir.
He travelled in the desert for six months. : Altı ay süreyle çölde dolaştı.
for + zaman süresi, konuşma anına kadar uzanan bir eylem için şimdi ya da geçmiş öncesi (present/past perfect) fiil yapısı ile birlikte kullanılabilir:
He has worked here for a year. : Burada bir yıldır çalışıyor. (Bir yıl önce burada çalışmaya başladı ve hâlâ burada çalışıyor.)
Böyle kullanılan for'un yerine since ve eylemin başladığı belirli zaman kullanılabilir:
He has worked here since this time last year. : Geçen yıl bu zamandan beri burada çalışıyor.
B during ve for
during genellikle, bilinen (Christmas [Noel], Easter [Paskalya] gibi tanınan) ya da daha önce tanımlanmış zaman süreçleriyle birlikte kullanılabilir:
during the Middle Ages : Orta Çağ sırasında
during 1941 : 1941 boyunca
during the summer (of that year) : (o yılın) yazında
during his childhood : çocukluğu sırasında
during my holidays : tatilim sırasında
Eylem bütün süre boyunca da devam edebilir, bu süre içinde bir anda da olabilir:
it rained all Monday but stopped raining during the night. : Bütün Pazartesi yağmur yağdı, fakat gece (sırasında) yağmur kesildi. (Belli bir zaman)
He was ill for a week, and during that week he ate nothing. : Bütün hafta hastaydı ve bu hafta boyunca hiç bir şey yemedi.
(Amaç gösteren) for, bilinen sürelerden önce kullanılabilir:
I went there/ hired a car/ I rented a house for my holidays/ for the summer.: Tatilim için (süresince)/Yaz için (süresince) oraya gittim/bir araba kiraladım/ev tuttum.
for'un başka birkaç kullanışı daha vardır:
He asked for £5. : 5 sterlin istedi.
I paid £1 for it. : Ona 1 sterlin ödedim.
I bought one for Tom. : Bir tane Tom'a aldım. (Bak: 88)
for bir bağlaç olabilir ya da bir cümleciği sunabilir. (Bak: 330)
92 Zaman: to, till/ until, after, afterwards (zarf)
A to ve till/until
to, zaman ve yer için, till ve until yalnızca zaman için kullanılabilir, from . . . to veya from . . . till/ until'i kullanabiliriz:
They worked from five to ten/ from five till ten. : Beşten ona kadar çaıştılar. (at five to ten, 9.55'te anlamına gelir.)
Fakat from yoksa to değil, till/ until kullanırız:
Let's start now and work till dark. : Şimdi başlayıp karanlığa kadar çalışalım.
Geç kalışı vurgulamak için till/ until çoğu kez olumsuz bir fiille birlikte kullanılır.
We didn't get home till 2 a.m. : (Eve sabahın ikisinden önce varmadı! Eve ancak şahabın ikisinde vardık.
He usually pays me on Friday but last week he didn't pay me till the following Monday. : Bana (parayı) normal olarak Cuma günü öder ama geçen hafta, bir sonraki Pazartesi'nden önce ödemedi/ ancak ertesi Pazartesi ödedi.
to/ till çoğu kez bir zaman bağlacı olarak kullanılır:
We'll stay here till it stops raining. : Yağmur durana kadar burada kalacağız.
Go on till you come to the level crossing. : Hemzemin geçide gelinceye kadar devam edin.
Fakat you come to söylenmezse til’in yerine to kullanılması gerektiğine dikkat ediniz:
Go on to the level crossing. : Hemzemine kadar devam edin.
B after ve afterwards (zarf)
after'dan (edat) sonra bir isim/ zamir ya da isim-fiil gelmelidir:
Don't bathe immediately after a meal/ after eating. : Yemekten/Yemek yedikten hemen sonra denize girme.
Don't have a meal and bathe immediately after it. : Yemek yiyip onun hemen ardından denize girme.
Bir isim/ zamir ya da isim-fiil kullanmak istemiyorsak after (sonra) kullanamayız; afterwards (= after that) ya da then (sonradan = bundan sonra ya da daha sonra) kullanmalıyız:
Don't have a meal and bathe immediately afterwards. : Yemek yiyip hemen ardından denize girme.
They bathed and afterwards played games/ played games afterwards ya da They bathed and the played games. : Denize girdiler, sonra da oyunlar oynadılar ya da denize girdiler, daha sonra oyunlar oynadılar.
afterwards, cümleciğin her iki ucunda da kullanılabilir ve soon, immediately, not long vb. ile nitelenebilir:
Soon afterwards we got a letter. : Hemen ardından bir mektup aldık.
We got a letter not long afterwards. : Az sonra bir mektup aldık.
after, bir bağlaç olarak da kullanılabilir:
After he had tuned the piano it sounded quite different. :
O piyanoyu akord edince piyanonun sesi değişti.
93 Gezi ve hareket: from, to, at, in, by, on, into, onto, off, out, out of
A Yolculukta çıkış yerimizden önce from, varacağımız yer için to kullanırız:
They flew/drove/cycled/walked from Paris to Rome. :
Paris'ten Roma'ya uçakla/arabayla/bisikletle/yürüyerek gittiler.
When are you coming back to England? :
İngiltere'ye ne zaman dönüyorsun?
Ayrıca mektupları göndereceğimiz kişi ya da yerler için to kullanırız. (Fakat aşağıda home için düşülen nota bakınız.)
B arrive at/ in, get to, reach (edatsız)
Bir kent ya da ülkeye varış anlamında arrive in; bir köye varış için arrive at ya da in, başka bir yöne varış ise at ile ifade ederiz:
They arrived in Spain/in Madrid. : İspanya'ya/Madrid'e vardılar.
I arrived at the hotel/at the airport/at the bridge/at the crossroads. : Otele/Havaalanına/Köprüye/Kavşağa vardım.
Gerek get to, gerekse reach, herhangi bir amaç (hedef) için kullanılabilir:
He got to the station just in time for his train. : İstasyona, tam trenine yetişecek biçimde vardı.
I want to get to Berlin before dark. : Karanlık basmadan Berlin'e varmak istiyorum.
They reached the top of the mountain before sunrise. : Dağın tepesine gün doğuşundan önce vardılar.
get in (in = zarf), 'bir amaç’a varmak' anlamına gelir. En çok trenler için kullanılır:
What time does the train get in? : Tren kaçta geliyor?
get there/ back'e (oraya varmak/ geri gelmek) de dikkat ediniz, (there ve back zarftır).
C home
Hareket vb. fiili + home'u edatsız olarak kullanabiliriz:
It took us an hour to get home. : Eve varmamız yarım saatimizi aldı.
They went home by bus. : Eve otobüsle gittiler.
Fakat home'un hemen arkasından bir sözcük ya da sözcük takımı geliyorsa bir adet gereklidir:
She returned to her parents' home. : Anne-babasının evine döndü.
be/ live/ stay/ work at home (evde bulunmak/ oturmak/ kalmak/ çalışmak), at + . . . + home ya da in + ... + home (. . . evinde) diyebiliriz:
You can do this sort of work at home veya at/ in your own home : Bu tür işi evde/ kendi evinde yapabilirsin.
D Ulaşım: by, on, get in/ into/ on/ onto/ off/ out of
Ulaşım için şu ifadeleri kullanırız.
by car : otomobille (fakat in the/ my/Tom's car : otomobille/otomobilimle/Tom'un otomobiliyle)
by bus/ train/ plane/ helicopter/ hovercraft: otobüsle/trenle/uçakla/helikopterle/ hoverkraftla
by sea/air : deniz/hava yoluyla
by a certain route : belirli bir rotayı izleyerek
by a certain place : belli bir yer üzerinden (Ancak via [üzerinden] daha yaygındır):
We went by the M4. : M4 (otobanı) yoluyla gittik.
We went via Reading. : Reading üzerinden gittik.
walk ya da go on foot : Yürümek/yayan gitmek
cycle, go on a bicycle ya da by bicycle : pedal çevirmek (bisiklete binmek), bisikletle gitmek
ride ya da go on horseback : (ata) binmek ya da at sırtında gitmek
get into + bir kamu aracı ya da get in (zarf) : bir kamu aracına binmek ya da (yalnızca binmek)
go on board a boat (= embark) : gemiye binmek
get on/ onto a horse/camel/bicycle : ata/deveye/bisiklete binmek
get out of a public vehicle ya da get out (zarf): bir kamu aracından inmek ya da (yalnızca) inmek
get off a public vehicle, a horse, bicycle vb. ya da get off : bir kamu aracından, attan, bisikletten vb. inmek ya da (yalnızca) inmek
E get in/ into/ out/ out of (girmek/çıkmak), giriş ve çıkışta bir zorluk bulunduğu zaman binalar, kurumlar ve ülkeler için go/ come/ return (gitmek/gelmek/dönmek) vb. yerine kullanılabilir. Buradaki in ve out zarf olarak kullanılırlar.
I've lost my keys! How are we going to get into the flat/ to get in? : Anahtarlarımı yitirmişim! Daireye/İçeriye nasıl gireceğiz?
The house is on fire! We had better get out! (zarf) : Ev yanıyor! Çıksak iyi olur!
İt 's difficult to get into a university nowadays. : Bu günlerde bir üniversiteye girmek zor.
F Yön bildirme: at, into, to, vb. (edatlar), along, on (edat ve zarflar) ve till (bağlaç):
Go along the Strand till you see the Savoy on your right. : Sağında Savoy'u görünceye kadar kıyı boyunca yürü.
The bus stop is just round the corner. : (Otobüs durağı hemen köşeyi dönünce.) Köşeyi dönünce otobüs durağını görürsünüz.
Go on (zarf) past the post office. : Postaneyi geçtikten sonra devam et.
Turn right/left into Fleet Street. : Sağa/Sola, Fleet Street'e dön.
Take thefirst/second vb. turning on/to the right ya da on/to your right. : Sağdaki/Sağındaki ilk/ikinci (vb) girişe dön.
Go on (zarf) to the end of the road. : Yolun sonuna kadar devam et.
You will find the bank on your left halfway down the street. : Aşağı doğru giderken yolun yarısında bankayı bulursunuz.
When you come out of the station you will find the bank opposite you. :
İstasyondan çıkınca bankayı karşınızda bulursunuz.
Get out (of the bus) at the tube station and walk on (zarf) till you come to a pub. : Metro istasyonunda otobüsten inip paba gelinceye kadar yürüyün.
Get off (the bus) and walk back (zarf) till you come to some traffic lights. : (Otobüsten) inip trafik lambalarına gelinceye kadar geriye doğru yürüyün.
to ve till'i karıştırmayınız. (Bak: 92 A).
94 at, in; in, into; on, onto
A at ve in
(arrive in/ at için 84 B'ye bakınız.)
at
at home (evde), at work (işte), at the office (büroda/dairede), at school (okulda), at the university (üniversitede), at an address (bir adreste), at a certain point (belli bir noktada), örneğin at the bridge (köprüde), at the crossroads (kavşakta), at the bus stop (otobüs durağında) olabiliriz.
in
in + a country (bir ülkede), a town (bir kentte), a village (köyde), a square (meydanda), a street (caddede), a room (odada), a forest (ormanda), a wood (koruda), a field (tarlada), a desert (çölde) (ya da sınırları olan/çevrili başka bir yerde) olabiliriz.
Ancak, a square (bir alan), a street (bir cadde), a room (bir oda), a field (bir tarla) gibi küçük alanlar söz konusu olduğu zaman eğer 'inside (içeride)' değil de 'at this point (bu noktada)' demek istiyorsak at kullanabiliriz.
Bina için in the building ya da at the building diyebiliriz. Ancak in yalnızca içeride demektir; at ise o binaya ait sınırlar içinde herhangi bir yerde, ya da hemen dışarısında anlamına gelir. Eğer, 'X is at the station : X istasyonda' dersek, onun 'istasyonunda hemen önündeki caddede/gişede/bekleme odasında/lokantada/peronda' olduğunu söylemiş olabiliriz, 'in the sea/a river/ lake/ swimming pool, vb. (denizde/ırmakta/gölde/yüzme havuzunda, vb.)' ya da 'at the sea, vb. (anlam aynı)' diyebiliriz. Burada in, resmen 'suyun içinde' anlamındadır:
The children are swimming in the river. : Çocuklar ırmakta yüzüyor.
'at the sea/river/lake', vb. ise 'deniz/nehir/göl kenarında' demektir. Ancak at sea (tanıtıcısız), 'gemide' anlamına gelir. (6 B'ye bakınız.)
B in ve into
Yukarıda belirtildiği gibi in, normal olarak konum gösterir, into ise hareket, giriş belirtir:
They climbed into the lorry. : Kamyona çıktılar. (Tam anlamı: Tırmanıp kamyona girdiler.)
I poured the beer into a tanKard. : Birayı bir maşrapaya döktüm.
Thieves broke into my house/My house was broken into. : Hırsızlar evime girdi / Evime hırsız girdi.
Ancak put fiiliyle in de into da kullanılabilir:
He put his hands in/into his pockets. : Ellerini ceplerine soktu.
in; zarf olarak da kullanılabilir:
Come in = Enter. : İçeri gel = gir.
Get in (into the car). : [Arabaya] gir/bin.
C on ve onto
on, hem konum, hem hareket gösterebilir:
He was sitting on his case. : Valizinin üstüne oturuyordu.
Snow fell on the hills. : Tepelere kar düştü.
His name is on the door. : Adı kapıda.
He went on board the ship. : Gemiye bindi.
onto (özellikle hayvanlar ve insanlar için), bir düzey değişikliğinin söz konusu olduğu bir hareket için kullanılabilir:
People climbed onto their roofs. : Halk, evlerinin çatısına tırmandı.
We lifted them onto table. : Onları masanın üstüne kaldırdık = Kaldırıp masanın üstüne koyduk.
The cat jumped onto the mantelpiece. : Kedi, şöminenin rafına atladı.
on, zarf da olabilir: Go on. (Devam et.) Come on. (Hayan)
95 above, over, under, below, beneath, vb.
A above ve over
above (edat ve zarf) ile over (edat), her ikisi de, ‘higher than = ... in yukarısında' anlamına gelir. Bazen ikisi de aynı durum için kullanılabilir:
The helicopter hovered above/over us. : Helikopter tepemizde döndü durdu.
Flags waved above/over our heads. : Bayraklar, başlarımızın üstünde [yukarısında] dalgalanıyordu.
Fakat over, 'covering' (üstünü örten), 'on the other side of’ (öte tarafında), 'across' (karşı tarafında) ve 'from one side to the other' (bir ucundan öteki ucuna) anlamına da gelebilir:
We put a rug over him. : Üzerine bir halı örttük.
He lives over the mountains. : Dağların öte yanında oturur.
There is a bridge over the river. : Irmağın üzerinde bir köprü var.
All over + isim/zamir, 'in every part of’ (her yanında) anlamına gelebilir:
He has friends all over the world. : Dünyanın her yanında dostları var.
above, bu anlamlardan hiç birine sahip değildir.
over, 'more than' ya da 'higher than' (. . . den fazla/ ... in üzerinde) anlamına gelebilir.
above, yalnızca 'more than' (. . . den fazla) anlamına gelebilir. Her ikisi de 'higher in rank' (rütbece yukarıda) anlamına gelebilir. Fakat He is over me, normal olarak 'He is my immediate superior' (Benim ilk amirim) demek olur above her zaman bu anlama gelmeyebilir.
Bir ırmağın üzerinde bir köprü varsa, above the bridge, 'upstream' (nehrin yukarısında) demek olabilir.
over, öğünler/ yiyecek/ içeceklerle de kullanılabilir.
They had a chat over a cup of tea. (while driking tea) : Bir fincay ça içerken çene çaldık.
take + bir zaman ifadesi + over + isim/zamir bileşiminde over, 'to do/finish’ (yapmak/bitirmek), vb. anlamına gelebilir:
He doesn't take long over lunch/to eat his lunch. : Yemekle çok zaman harcamaz.
He took ages over the job. (He took ages to finish it). : İşi bitirmesi çağlar sürdü.
above, 'earlier (in a book, article, etc.)' ([bir kitabın, makalenin, vb.] daha önceki bölümünde) anlamında bir sıfat ya da zarf da olabilir.
the above address (the previously mentioned address) : Yukarıdaki/ daha önce sözü edilmiş olan adres
see B above (the previously mentioned section B): yukarıda, (daha önce sözü edilmiş bölüm olan) B'ye bakınız.
B below ve under
below (edat ve zarf) ile under (edat), her ikisi de, 'lower than = ... in aşağısında' anlamına gelir. Bazen ikisi de aynı durum için kullanılabilir. Fakat under'da bir dokunma durumu söz konusu olabilir.
She put the letter under her pillow. : Mektubu yastığın altına koydu.
The ice crackled under his feet. : Buz, ayağının altında çatırdadı.
below'da, iki yüzey arasında daima bir boşluk vardır:
They live below us. : Aşağımızda otururlar.
Aynı biçimde:
We live above them. : Yukarılarında otururuz. (Yukarıda, A'ya bakınız.)
below ve under, 'mevkice/rütbece aşağıda' anlamına gelebilir. Fakat 'He is under me, I am his immediate superior = Onun bir üstüyüm' demektir. Below’un böyle bir anlamı yoktur. (Hem over hem de under zarf olarak kullanılabilir, ancak anlamları farklı olur.)
C beneath bazen, under yerine kullanılabilir, fakat onu daha soyut anlamlara ayırmak daha güvencelidir:
He would think it beneath him to tell a lie. : Yalan söylemeyi kendisinin
altında görür = Yalan söylemeyi kendisine yakıştıramaz.
She married beneath her. : Kendinden düşük düzeyde bulunan birisiyle
evlendi.
D beside, between, behind, in front of, opposite
A, B, C . . . sıralarına sahip bir tiyatro düşünün. A sırası, sahneye en yakını olsun. A sırasına Tom, Ann ve Bill (sırayla); B sırasında ise Mary, Bob ve Jane oturmaktadır.
Sahne
A sırası Tom Ann Bill
B sırası Mary Bob Jane
Bu durumda:
Tom is beside Ann; Mary is beside Bob, vb. : Tom Ann'in yanında; Mary Bob'un yanında, vb.
Ann is between Tom and Bill; Bob is between Mary and Jane. : Ann Tom'la Bill'in arasında; Bob Mary'yle Jane'in arasında.
Mary is behind Tom; Tom is in front of Mary. : Mary Tom'un arkasında; Tom Mary'nin önünde.
Fakat eğer Tom ve Mary yemek yiyorlar ve Tom masanın bir ucunda, Mary öteki ucundaysa, in front of’ u kullanmaz.
Tom is sitting opposite Mary/ Tom is facing Mary. : Tom Mary'nin karşısında deriz.
Fakat He stood in front of me dersek ya He stood with his back to me : Sırtı bana dönük durdu, ya da He faced me : Karşımda durdu demiş oluruz. (Her iki halde de Türkçede: 'Önümde durdu' )
Caddenin bir yanında oturan insanlar, karşı yandaki evlerden, 'the houses in front of us önümüzdeki evler' değil "the houses opposite (us) [bizim] karşımızdaki evler)' diye söz edeceklerdir.
Ancak öteki nesneler için bu sınırlama geçerli değildir:
She put the plate on the table in front of him. : Tabağı onun önündeki masanın üstüne koydu. (Burada before da kullanılabilir.)
She sat with a book in front of her. : Önünde bir kitapla oturdu. (Before da kullanılabilir.)
Where's the bank? ~ There it is just in front of you! : Banka nerede? ~ İşte orada, önünde/karşında!)
There is a car-park in front of/ at the back of the hotel. : Otelin önünde/arka tarafında bir [araba] park yeri var.
E beside ile besides'ı karıştırmayınız.
beside = at the side of (yanında)
We camped beside a lake. : Bir gölün kenarında kamp yaptık.
besides (edat) = in addition to/as well as: (. . . in yanında/ ... ek olarak.)
I do all the cooking and cleaning and besides that I help Tom. : Bütün yemek pişirme ve temizlik işlerini yaparım; bunun yanında Tom'a yardımcı olurum.
besides (zarf),
(a) 'in addition to that/ as well as that' (buna ek olarak) anlamına gelir:
I do the cooking and cleaning, and help Tom besides. : Yemek pişirme ve temizlik işini yaparım, bir de Tom'a yardım ederim.
(b) 'in any case/ anyway' (zaten/ üstelik de) anlamına gelir:
We can’t afford oysters. Besides, Tom doesn’t tike them. : İstiridyeye gücümüz yetmez. Üstelik, Tom da onda hoşlanmıyor.
F between ve among
between, normal olarak, bir kişi/nesnenin, başka iki kişi/nesneye göre konumunu belirtir, fakat aklımızda belirli bir sayı varsa da bunu kullanabiliriz:
Luxemburg lies between Belgium, Germany and France. : Lüksemburg; Belçika, Almanya ve Fransa'nın ortasındadır.
among, bir kişi/nesnenin ikiden fazlasına göre konumunu belirtir. Normal olarak aklımızda belirli bir sayı yoktur:
He was happy to be among his friends again. : Yeniden arkadaşlarının arasında olmaktan mutluydu.
a village among hills : tepelerin arasında bir köy
G Yukarıda son cümledeki among yerine with de kullanılabilir. Kuşkusuz, with, tekil bir tümleçle de kullanılabilir:
He was with a friend. : Bir arkadaşıyla birlikteydi.
Öteki kullanımlara örnekler:
He cut it with a knife. : Onu bir bıçakla kesti.
Don't touch it with bare hands. : Ona çıplak elle dokunmayınız.
The mountains were covered with snow. : Dağlar karla örtülüydü.
I have no money with me/on me. : Üzerimde/yanımda para yok.
He fought/quarrelled with everyone. : Herkesle kavga ediyordu/tartışıyordu.
Betimlemelerde :
the girl with red hair : Kızıl saçlı kız.
the boy with his hands in his pockets : Elleri cebinde (bulunan) çocuk.
the man with his back o the camera/with his feet on his desk : Sırtı kameraya dönük/Ayakları masada (ayaklarını masasına dayamış) adam.
H but ve except (edat)
Bunlar aynı anlama gelirler ve birbirlerinin yerine kullanılabilirler.
Edat + tümleç nobody/none/nothing/nowhere vb'den hemen sonra geldiği zaman but daha yaygındır:
Nobody but Tom knew the way. : Tom hariç kimse yolu bilmiyordu.
Nothing but the best is sold in our shops. : Dükkânımızda yalnız en iyi mallar satılır.
Edat takımı cümlenin daha sonraki bölümüne geldiği zaman:
Nobody knew the way except Tom. : Tom hariç kimse yolu bilmiyordu.
ve all/everybody/everyone/everything/everywhere vb'den sonra except daha yaygındır.
anybody/anything/anywhere vb'den sonra but, except'ten daha vurguludur: You can park anywhere but/ except here. : Burası dışında her yerde park edebilirsiniz. (Burada park edemezsiniz.)
but ve except, çıplak mastar alırlar (Bknz: 98).
(Şart cümlelerinde kullanılan but ve except için 226'ya bakınız. But’ın bağlaç
olarak kullanılışı için 326'ya bakınız.)
96 Sıfatlar ve ortaçlarla birlikte kullanılan edatlar
Bazı sıfatlar ve sıfat olarak kullanılan geçmiş zaman ortaçlarından sonra edat + isim/ isimfiil gelebilir. (Fiil + edatlar için 97'ye bakınız.) Genellikle belirli sıfat ve ortaçlar belirli edatları gerektirir. Bunlardan bir bölümü aşağıda verilmiştir. Ötekileri, bir sıfattan sonra onun hangi edatla birlikte kullanıldığını gösteren iyi bir sözlüğe danışarak bulunabilir.
about, at for, in, of, on, to, with'in bazı sıfat ve ortaçlarla kullanılması:
absorbed in involved in
(. . .e gömülmüş) (. . .e bulaşmış/. . .le meşgul)
according to keen on
(. . .e göre) (. . .konusuyla ilgili)
accustomed to (Bknz: 163) liable for/ to
(. . . e alışkın) (. . .e yatkın/. . . meye mahkum)
afraid of (27B, 271\ nervous of
(. . .den korkar) (. . .den dolayı gergin)
anxious for/about (27 C) owing to
(. . .konusunda endişeli) (. . .sayesinde)
ashamed of pleased with
(. . .den utanmış durumda) (. . .den hoşnut)
aware of (27 F) prepared for
(. . .in ayrımında/farkında) (. . .meye hazırlıklı)
bad at/for proud of
(. . .konusunda kötü) (. . .den gurur duyuyor)
capable of ready for
(. . .meye yeteneği var) (. . .e hazır)
confident of responsible for/ to
(. . .den emin) (. . .den/. . .e karşı sorumlu)
due to/ for scared of
(. . .den dolayı) (. . .den korkar)
exposed to sorry for/ about (27 B)
(. . .e açık) (. . .den dolayı üzülmek/özür
dilemek)
fit for successful in
(. . .e uygun) (. . .de başarılı)
fond of suspicious of
(. . .den hoşlanır) (. . .den kuşkulanıyor)
frightened of/ at terrified of
(. . .den korkar) (. . .den dehşete düşmüş)
good at/ for tired of
(. . .de başarılı) (. . .den yorgun/bıkkın)
interested in used to (163)
(. . .e ilgisi var) (. . .e alışkın)
He was absorbed in his book. : Kitabına gömülmüştü.
She is afraid/frightened/scared of the dark. : Karanlıktan korkar.
According to Tom it's 2.30. (Tom says it's 2.30) : Tom'a göre saat 2.30 (Tom, saat 2.30 diyor).
He's bad/good at chess. (a bad/good player). : Satrançta kötü/iyi (kötü/iyi bir oyuncu).
Running is bad/good for you. (unhealthy/healthy): Koşmak sana iyi gelmez/gelir (sağlığına aykırı/yardımcı).
They are very keen on golf. : Golfu pek severler.
Drivers exceeding the speed limit are liable to a fine. : Hız sınırını aşan sürücülerin nara cezası alma olasılıkları büyük.
The management is not responsible for articles lef t in customers' cars. : Müdüriyet, müşterilerin arabalarında unutulan eşyalardan sorumlu değildir.
I'm sorry for your husband. : Kocanın durumuna üzüldüm.
I'm sorry for forgetting the tickets. : Biletleri unuttuğum için özür dilerim.
I'm sorry about the tickets. : Biletlerden dolayı üzüntü duyuyorum/özür diliyorum.
(good/kind vb. + of, // was kind of you to wait için 26 B'ye bakınız.)
97 Fiiller ve edatlar
accuse somebody of insist on
(birini . . .le suçlamak) (. . .mekte ısrar etmek)
apologize (to somebody) for live on (food/money)
(birisinden) . den dolayı özür (yaşamını (yiyecek/para) ile
dilemek) sürdürmek)
apply to somebody for something long for
(birisine . . .konusunda (canı . . .i çok çekmek)
başvurmak)
ask for/about object to
(. . .i sormak) (. . .e itiraz etmek)
attend to occur to
(. . .i izlemek) (toplantı, vb.) (aklına gelmek)
beg for persist in
(. . .için yalvarmak) (. . .de kararlı olmak)
believe in prefer somebody/something to
(. . .e inanmak) somebody/something
(. . .i . . .e yeğ tutmak)
beware of prepare for
(. . .e dikkat etmek) (. . .e hazırlanmak)
blame somebody for punish somebody for
(. . .i . . .den dolayı suçlamak) (. . .i . . .den dolayı
cezalandırmak)
charge somebody with (an offense) quarrel with somebody about
(birine . . .suçu yüklemek) (. . .ile . . .konusunda tartışmak)
compare something with refer to
(. . .i . . .ile karşılaştırmak) (. . .e gönderme yapmak/atıfta bu-
(. . .i . . .e benzetmek) lunmak/ . . .e [bir kaynağa]
danışmak)
comply with rely on
(. . .e uymak; . . .gereğince (. . .e güvenmek)
hareket etmek)
conform to remind somebody of
(. . .e uygun biçimde olmak) (. . .e . . .i anımsatmak)
consist of resort to
(. . .den oluşmak; . . .den ([bir yol]a başvurmak)
ibaret olmak)
deal in succeed in
(. . .işine girmek) (. . .meyi başarmak)
depend on suspect somebody of
(. . .e güvenmek) (. . .in . . .mesinden
kuşkulanmak)
dream of think of/ about
(. . .i düşlemek) (. . .konusunda . . .düşünmmek/
. . .i düşünmek)
fight with somebody for wait for
(. . .ile . . .konusunda dövüşmek; (. . .i beklemek)
. . .ile . . .in mücadelesini yapmak)
fine somebody for warn somebody of/ about
(. . .i . . .den dolayı para (. . .i, . . .konusunda uyarmak)
cezasına çarptırmak)
hope for wish for
(. . .i ummak) (. . .konusunda dilekte bulunmak,
. . .i arzulamak)
Do you believe in ghosts? : Hayaletlere inanır mısın?
They were charged with receiving stolen goods. : Çalınmış mallar almakla suçlanıyorlarlardı.
You haven't complied with the regulations. : Yönetmeliklere uymadın.
For a week she lived on bananas and milk. : Bir hafta muz ve sütle yaşadı.
It never occurred to me to insure the house. : Evi sigorta ettirmek aklımın ucundan bile geçmedi.
They persisted in defying the law. : Yasayı hiçe saymakta ayak direttiler.
When arguments failed he resorted to threats. : Tartışmalar sonuçsuz kalınca tehdide başvurdu.
Ayrıca feel like + isim/ zamir = feel inclined to have something (canı istemek/. . . cek durumda bulunmak) ifadesine de dikkat ediniz:
Do you feel like a drink/ a meal/ a rest? : Canın bir içki/ yemek/ dinlenmek istiyor musun? (Bunları yapacak halde misin?)
feel like + isim fiil = feel inclined to do something (içinden gelmek): I don't feel like walking there. : Orada gezmek gelmiyor içimden.
(like'ın karşılaştırmalarda kullanımı için 21 G-L'ye bakınız.) Kuşkusuz edilgen fiilleri by + yapıcı öğe izler, fakat bunlardan sonra başka edatlar da gelebilir:
The referee was booed by the crowd. : Hakem, kalabalık tarafından yuhalandı.
The referee was booed for his decision/for awarding a penalty. : Hakem, kararından dolayı/havadan bir penaltı verdiği için yuhalandı.
98 Edatlardan sonra isimfiilin gelmesi
A Edatları izleyen fiillerin isimfiil biçiminde kullanılması gerektiği daha önce belirtilmişti:
He left without paying the bill. : Faturayı ödemeden gitti.
I apologize for not writing before. : Daha önce mektup yazmadığım için özür dilerim.
She insisted on paying for herself. : Kendi parasını kendi ödemek konusunda diretti.
Before signing the contract, read the small print. : Anlaşmayı imzalamadan önce küçük harflerle basılmış yazıyı oku.
Daha başka örnekler, bundan önceki bölümlerde bulunmaktadır. 259'a bakınız. Aşağıda, birkaç isim + edat + isimfiil bileşimleri verilmiştir:
There is no point in taking your car if you can't park it there. : Orada park edemezsen, arabanı almanın bir anlamı yok.
What is the point of taking your car if you can't park? : Park edemiyorsan arabanı almanın anlamı ne?
Is there any chance/ likelihood of his changing his mind? : Onun fikrini değiştirmesi konusunda herhangi bir olasılık (...değiştirmesi olasılığı hiç) var mı?
Have you any objection to changing your working hours? : Çalışma saatlerinin değiştirilmesine bir itirazın var mı?
I am in favour of giving everyone a day off. : Herkese bir gün izin vermeden yanayım.
B İsimfiil kuralının dışında kalan tek durum, to'suz mastar alan, except ve edat olarak kullanılan but'dır:
I could do nothing except agree. : Kabul etmekten başka bir şey yapamadım. He did nothing but complain. : Yakınmaktan başka bir şey yapmadı.
Fakat but (fakat) bağlaç olarak kullanıldığı, yani bir cümleciğini sunduğu zaman, bundan sonra ya (tam [to'lu] mastar, ya da isimfiil gelebilir:
Being idle sometimes is agreeable, but being idle all the time might become monotonous. : Boş dolaşmak bazen iyidir, ama her zaman boş dolaşmak monoton olabilir.
To be idle sometimes is agreeable, but to be idle all the time. . . : Başıboş dolaşmak bazen iyidir, fakat her zaman . . .
99 Edatlar/zarflar
Birçok sözcük hem edat, hem de zarf olabilir:
He got off the bus at the corner. : Köşede otobüsten indi. (Edat)
He got off at the corner. : Köşede indi. (Zarf)
Bunlardan en önemlileri, above ( . . .in yukarısında/yukarıda), about (. . .yakınlarında/yakında [yer]), aeross ( . . .in karşı yanına/karşıda), along (. . .boyunca/ peşinden, arkadan), before ( . .den önce/ önceden), behind ( . . .in arkasında/arkada), below ( . . .in aşağısında/aşağıda), by ( . . .ile/yanıbaşında), down (. . .in aşağı yanında/aşağıda), in (. . .in içinde/içeride - içine/içeriye), near ( . . .in yakınında, yakınına/yakınlarda, yakına), off ( . . .den öte, dışarı/ötede, dışarıya), on ( . . .in üstünde, üstüne/[radyo, vb] açık), over ( . . .in üzerinde/yukarıda), past ( . . .den geçerek), round (. . .çevresinde/etrafında), since ( . . .den beri), through ( . . .içinden/ öte yana), under ( . . .in altında/altta), up ( . . .in yukarısına doğru/yukarıda).
Türkçe karşılıklar, tek seçenekler değildir. Edatların Türkçelerini kullanımdan, daha iyi çıkarabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder