3 Sıfatlar (Adjectives)
17 Sıfat türleri
A Belli başlı türler şunlardır :
(a) İşaret : this, that, these, those (Bak: 9) (bu, şu, bunlar, şunlar)
(b) Üleştirme : each, every (46) (her bir, her); either, neither (ya, ne) (49)
(c) Nicelik : some, any, no (50) (bazı, hiç, hiç); little/few (5) (az [miktarda], az [sayıda]); many, much (25) (çok [sayıda], çok [miktarda]); one, twenty (349) (bir, yirmi)
(d) Soru : which, what, whose (54) (hangi, ne, kimin)
(e) İyelik : my, your, his, her, its, our, your, their (62) (benim, senin, onun, onun onun, bizim, sizin, onların)
(f) Nitelik : clever, dry, fat, golden, good, heavy, square (19) (akıllı, kuru, şişman, altın [renkli], iyi, ağır, kare biçiminde)
B Ortaçların sıfat olarak kullanılması
Hem şimdiki zaman ortaçları (ing), hem de geçmiş zaman ortaçları (ed), sıfat olarak kullanılabilirler. Şimdiki zaman ortaçları, amusing, boring, tiring, (eğlendirici, sıkıcı, yorucu) vb, etken olup, 'bu etkiyi gösteren' anlamına gelir. Geçmiş zaman ortaçları, amused, horrifed, tired (eğlenmiş, dehşete, düşmüş, yorgun) vb, ise edilgendir ve 'bu biçimde etkilenmiş' anlamındadır.
The play was boring (The audience was bored). : Oyun sıkıcıydı (Seyirciler sıkıldı).
The work was tiring (The workers were soon tired). : İş yorucuydu (İşçiler az sonra yoruldular).
The scene was horrifying (The spectators were horrified). : Görünüm dehşet vericiydi (İzleyenler dehşete düştüler).
an infuriating woman (She made us furious). : insanı deli eden bir kadın (Bizi deli etti).
an infuriated woman (Something made her furious). : deliye dönmüş bir kadın (Bir şey onu deliye döndürmüş).
C Uyum
İngilizcedeki sıfatlar tekil ve çoğul, eril ve dişil isimler için aynı biçime sahiptirler:
a good boy, good boys a good girl, good girls
(iyi bir oğlan, iyi oğlanlar) (iyi bir kız, iyi kızlar)
Tek istisna, işaret sıfatları this ve that'tir; bunlar, çoğul isimlerden önce these
ve those olurlar:
this cat, these cats that man, those man
(bu kedi, bu kediler) (şu adam, şu adamlar)
D Birçok sıfat/ isim-fiilden sonra edat gelebilir: good at, tired of (. . .de iyi, . .den bıkmış/yorgun) (Bak: 96)
18 Sıfatların konumu: İsim öncesi ve yüklem sıfatlar
A Yukarıda (a) - (e) gruplarında bulunan sıfatlar isimden önce gelirler:
this book which boy my dog
(bu kitap) (hangi çocuk) (benim köpeğim)
Bu konumdaki sıfatlara isim öncesi (attributive) sıfatları denir.
B Ancak nitelik sıfatları, ait oldukları isimden önce:
a rich man (zengin bir adam), a happy girl (mutlu bir kız) veya (a) be, become, seem (-imek, olmak görünmek) gibi:
Tom became rich. Ann seems happy.
(Tom zengin oldu.) (Ann mutlu görünüyor.)
ya da (b) appear (görünmek), feel (ele. . .gelmek)/. . .hissetmek), get/grow [= become) (. . .leşmek/giderek. . .olmak), keep (. . .olmayı sürdürmek), look (=appear (görünmek), make (yapmak), smell (gibi kokmak), sound (kulağa. . .gelmek/anlaşılan. . . olmak), taste (tadı. . .olmak), turn (. . .e dönüşmek) gibi bir fiilden sonra gelebilir:
Tom felt cold. : Tom üşüyordu.
He got/grew impatient. : Giderek sabırsızlaştı.
He made her happy. : Onu mutlu etti.
The idea sounds interesting. : Fikir, (kulağa) ilginç geliyor.
Bu konumdaki sıfatlara yüklem (predicate) sıfatları denir. Böyle kullanılan fiillere bağ-fiil (link verbs/couplas) denir.
C Bağ-fiillere ilişkin bir not (Ayrıca bknz.: 169)
Yukarıda, B (b)'deki fiillerin yarattığı bir sorun, bunların bağ-fiil olarak kullanılmaması durumunda, normalde olduğu gibi zarflarla nitelenmemeleridir. Bu, öğrencinin aklını karıştırır; öğrenci çoğu kez bağ fiilden sonra zarf kullanmaya çalışır. Sıfat ve zarflarla verilecek birkaç örnek, farkı göstermekte yararlı olacaktır:
He looked calm. (sıfat) = He had a calm expression. : Sakin görünüyordu = Sakin bir ifadesi vardı.
He looked calmly (zarf) at the angry crowd. : Sakin sakin, öfkeli kalabalığa baktı. (Burada look, istençli bir eylemdir.)
She turned pale. (sıfat) = She became pale. : Yüzü sarardı.
She turned angrily (zarf) to the man behind him. : Arkasındaki adam öfkeyle baktı. (Burada turn, istençli bir eylemdir.)
The soup tasted horrible. : Çorbanın berbat bir tadı vardı.
He tasted the soup suspiciously. : Kuşkuyla çorbanın tadına baktı. (Burada taste, istençli bir eylemdir.)
D Bazı sıfatlar yalnızca isimden önce ya da yalnız yüklem takımında kullanılabilir. Bazıları da, bir konumdan bir başka konuma geçirildiğinde anlam değiştirirler.
Bad sailor (kötü denizci), good swimmer (iyi yüzücü), big eater (çok yiyen, obur), small farmer (küçük çiftçi: küçük çiftlik sahibi), heavy drinker (çok içen), light sleeper (uykusu hafif olan), old boy/friend/soldier ([hey gidi] koca çocuk/eski dost/koca asker) vb. ifadelerindeki bad/good (kötü/iyi), big/small (büyük/küçük), heavy/light (ağır/hafif) ve old (yaşlı) sözcükleri, yüklem takımına geçince anlamları değişir. A small farmer, 'küçük bir çiftliği olan adam' demektir. Fakat The farmer is small, çiftçinin vücutça küçük olduğunu gösterir.
Başka türlü kullanıldıklarında yukarıdaki sıfatlar her iki konumda da kullanılabilir, (little, old, young için ayrıca 19 B'ye bakınız.)
chief, main, principal (üçü de: ana, temel, belli başlı, başlıca) sheer (sırf), utter (had safhada), ait oldukları isimlerden önce gelirler.
frightened (korkmuş), her iki konumda da olabilir. Fakat afraid (korkmuş), upset (bozuk [kafası bozulmuş]) ile adrift (sürüklenen), afloat (su yüzünde kalan), alike (benzer) (aşağıda 21 G'ye bknz.), alive (canlı), alone (yalnız), ashamed (utanmış), asleep (uykuda) sözcükleri fiilden sonra gelmelidir.
early ve late'in anlamları, konumlarına bağlı olabilir: an early/a late train, trenin, günün erken ya da geç saatte kalktığını gösterir. The train is early/late ise trenin, tarifeye göre erken ya geç kaldığı anlamına gelir.
'Yoksul' anlamındaki poor, isminden önce de, yüklem takınında da bulunabilir. 'Zavallı' anlamındaki poor, isimden önce gelmelidir. 'Zayıf, yetersiz' anlamındaki poor, student, worker (öğrenci, işçi) gibi isimlerden önce gelir, fakat cansız isimlerden önce kullanıldığında bu sözcük, her iki konumda da bulunabilir:
He has poor sight. : Zayıf gözleri var.
His sight is poor. : Görmesi zayıf.
E and'in kullanılması
İsimden önce gelen isimlerle birlikteyken and daha çok iki ya da daha çok sayıda renk gösteren sıfat bulunduğunda kullanılır; bu tür sıfatların sonuncusundan önce gelir:
a green and brown carpet : yeşil-kahverengi bir halı
a red, white and blue flag : kırmızı, beyaz ve mavi bir bayrak.
Yüklem takımlarındaki sıfatlarda and, son ikisi arasında bulunur:
The day was could, wet and mndy. : Gün soğuk, yağışlı ve rüzgârlıydı.
19 Nitelik sıfatlarının sıralanışı
İngilizce isim nitelemelerinde pek kullanılmayan virgüllerin Türkçedeki önemine dikkat ediniz.
A Birkaç çeşitleme vardır, fakat oldukça yaygın olan sıralama, şöyledir:
(a) büyüklük (little dışında [fakat aşağıda B'ye bakınız])
(b) genel betimleme (kişilik gösteren sıfatlar dışında)
(c) yaş ve little sıfatı (Bak.: B)
(d) biçim
(e) renk
(f) ana malzeme
(g) köken
(h) amaç (Bunlar aslında bileşik isimler oluşturan isim-fiillerdir): walking-stick (baston), riding boots (binici çizmesi).
a long sharp knife a small round bath
(uzun, keskin bir bıçak (küçük, yuvarlak bir küvet)
new hexagonal coins blue velvet curtains
(yeni, altıgen paralar) (mavi, kadife perdeler)
an old plastic bucket an elegant French clock
(eski bir plastik kova) (zarif bir Fransız saati)
Kişilik/duygu gösteren sıfatlar; aralarında dark, fair, pale (koyu, açık, solgun) sözcüklerinin de bulunduğu betimleme (description) sıfatlarından sonra, fakat renklerden önce gelir:
a small suspicious official : kısa boylu, şüpheli/şüphe verici bir görevli.
a long patient queue : uzun, sabırla bekleyen bir kuyruk.
a pale anxious girl : solgun [yüzlü], endişeli bir kız.
a kindly black doctor : babacan bir kara [zenci] doktor
an inquisitive brown dog : meraklı bir kahverengi köpek
B little, old ve young (küçük, yaşlı, genç) sözcükleri, çoğu kez bilgi vermek için değil de sıfat-isim bileşimlerinin bir parçası olarak kullanılırlar. Bu durumda ait oldukları isimden önce gelirler:
Your nephew is a nice little boy. : Yeğenin şirin küçücük bir oğlan.
That young man drives too fast. : O delikanlı çok hızlı sürüyor.
little + old + isim bileşimi de kurulabilir: a little old lady (küçücük bir yaşlı kadın). Ancak little + young kurulamaz.
Bilgi vermek için kullanıldığı zaman old ve young, yukarıda, (c)'deki konuma girer:
a young black man : genç bir zenci adam
an old Welsh harp : eski bir Gal arpi
Kişilik/duygu fiilleri young/old'dan önce de, sonra da gelebilir:
a young ambitious man : genç, hırslı bir adam
an ambitious young man : hırslı, genç bir adam/delikanlı
Birinci örnekteki young, ikinci örnekteki young'dan daha büyük bir vurguya sahiptir; dolayısıyla yaşı vurgulamak istiyorsak birinci sıralama daha iyidir.
Aynı biçimde little de (c) konumunda kullanılabilir:
a handy little calculator : kullanışlı, küçücük bir kalkülatör
an expensive little hotel : pahalı, küçük bir otel
a little sandy beach : küçük, kumlu bir plaj
a little grey foal : küçük, bir kır tay.
Fakat boyutları vurgulamak istiyorsak small (küçük), little'dan daha iyidir. ('Small amount' (küçük miktar/az) anlamındaki little için bknz: 5)
C 'fine, lovely, nice (çok iyi, sevimli, güzel) ve bazen beautiful + büyüklük (little dışında), biçim ve sıcaklık gösteren sıfatlar', genellikle büyüklük, vb'den duyulan hoşnutluğu gösterir, a beautiful big room, a lovely warm house, nice/fine thick steaks (güzel büyük bir oda; şirin sıcak bir ev; güzel, kalın biftekler) dediğimizde büyük odalar, sıcak evler, kalın bifteklerden hoşlandığımızı ima ederiz.
fine, lovely ve nice sözcükleri ayrıca, başka birkaç sıfatlarla birlikte, aynı biçimde kullanılabilir:
fine strong coffee : güzel bir sert kahve
a lovely quiet beach : güzel, sakin bir plaj
a nice dry day : güzel, nemsiz bir gün.
Yüklem takımında kullanıldığında, bu tür sıfat çiftleri and (ve) ile ayrılır:
The coffee was fine and strong. : Kahve güzel ve sertti.
The day was nice and dry. : Gün, güzel ve nemsizdi.
beautiful (güzel) bu anlamda yüklem sıfat olarak pek kullanılmaz.
D pretty'den sonra arada virgül olmadan bir başka sıfat gelirse bu sözcük, very/quiet (epey/oldukça) anlamında bir derece zarfı olur: She's a pretty tall girl cümlesi, She is quite/very tali (o, epey/oldukça uzun boylu) demektir. Fakat a pretty, tall girl, ya da daha yaygın biçimiyle a tall, pretty girl, kızın hem uzun boylu, hem de güzel olduğunu belirtir.
20 Karşılaştırma (Comparison)
A Üç karşılaştırma aşaması vardır:
Yalın Üstünlük Enüstünlük
dark darker darkest
(koyu) (daha koyu) (en koyu)
tali taller tallest
(uzun boylu) (daha uzun boylu) (en uzun boylu)
useful more useful most useful
(yararlı) (daha yararla) (en yararlı)
Bundan böyle sıfatların yalnızca, ilk başta verilen yalın aşamalarının çevirisini vereceğiz. İngilizcedeki ikinci biçimin üstünlük (daha. . .), üçüncünün ise enüstünlük (en. . .) aşaması olduğunu anımsatalım.
B Tek heceli sıfatlar, üstünlük ve enüstünlük biçimlerini, yalın biçimlerine er, est ekleyerek oluştururlar:
bright brighter brightest (parlak)
e ile biten sıfatlar r ve st alırlar:
brave braver bravest (cesur)
C Üç ya da daha fazla heceye sahip sıfatlar, üstünlük ve enüstünlük biçimlerini,
yalın biçimlerine more, most ekleyerek oluştururlar:
interested more interested most interested (ilgili)
frightening more frightening most frightening (ürkütücü)
D İki heceli sıfatlar, yukarıdaki kurallardan birine uyar. ful ve re ile bitenler, genellikle more, most alır.
doubtful more doubtful most doubtful (kuşkulu)
obscure more obscure most obscure (belirsiz)
er, y ve ly ile bitenler genellikle er, est alırlar:
clever cleverer cleverest (akılı)
pretty prettier prettiest (güzel)
(y'nin i olduğuna dikkat ediniz.)
silly sillier silliest (ahmak)
E Kuralsız karşılaştırmalar:
bad worse worst (kötü)
far farther farthest (uzak)
(yalnızca uzaklık için)
further furthest (ileri)
(daha geniş kullanımı vardır. Bknz: F, G)
good better best (güzel)
little less least (az)
many/much more most (çok)
old elder eldest ([yaşça]büyük)
(yalnızca insanlar için)
older oldest (yaşlı/eski)
(insanlar ve nesneler için)
F farther/fartherst ve further/furthest.
Uzaklık için her iki biçim de kullanılabilir:
York is farther/ further than Lincoln or Selby. : York, Lincoln ya da Selby'den daha uzaktır/ daha ötededir.
York is the farthest/furthest town. : York, en uzak/en ötedeki kenttir. Ya da
York is the farthest/furthest of the three. : York, üçünün içinde en uzaktaki/ en ötedekidir.
(Son cümlede farthest/furthest, zamirdir. 24 B'ye bknz.)
Ayrıca further, özellikle soyut isimlerle 'ek/fazladan' anlamında kullanılabilir:
Further supplies will soon be available. : Daha fazla ikmal, kısa bir süre sonra bulunabilecek (gelecek).
Further discussion/ debate would be pointless. : Daha fazla tartışmanın bir anlamı olmaz.
Aynı biçimde, further inquiries/delays/demands/information/instructions vb. (daha fazla/ek soruşturma/gecikme/talep/bilgi/talimat), da denebilir.
furthest da aynı biçimde, soyut isimlerle kullanılabilir:
This was the furthest point they reached in their discussion. : Bu, tartışmalarında varabildikleri en ileri (son) noktaydı.
This was the furthest concession he would make. : Bu, vereceği son ödündü.
(Zarf olarak kullanımı için bknz: 32.)
G far (uzaklık için kullanılan) ve near
Üstünlük ve enüstünlük aşamalarında her ikisi de serbestçe kullanılabilir:
the farthest/furthest mountain : en uzak/en ötedeki dağ
the nearest river : en yakın ırmak
Fakat yalın biçimlerinin oldukça sınırlı bir kullanımı vardır, far ve near, özellikle bank, end, side, wall, (nehir kıyısı, uç, yaka/taraf, duvar) vb. ile kullanılır:
the far bank : (nehrin) karşı kıyı(sı)
the near bank : (nehrin) bu kıyı(sı)
Ayrıca near sözcüğü east (doğu), far is north, south, east, west (kuzey, güney, doğu, batı) ile kullanılabilir.
Öteki isimlerle kullanıldığında far'ın yerini genellikle distant/remote (uzak), near'in yerini de nearby/neighbouring (yakın/komşu) alır.
far (zarf) için bknz: 32; near (zarf ve edat) için bknz: 30 C)
H elder, eldest ([yaşça] daha/en büyük); older, oldest (daha yaşlı)
elder, eldest; yaşlılıktan çok yaşça büyüklük anlamı içerir. Bunlar en çok aile içindeki karşılaştırmalarda kullanılır: my elder brother, her eldest boy/girl (ağabeyim, en büyük oğlu/kızı). Fakat elder, than'la kullanılmaz, dolayısıyla bu durumda older gerekir:
He is older than I am. : O, benden yaşça büyük. (Burada elder kullanılmaz.)
Halk İngilizcesinde eldest, oldest ve youngest, çoğu kez, iki oğlan/kız çocuktan söz edilirken kullanılır:
His eldest boy's at school; the other is stili at home. : Büyük oğlu okuyor; öteki hala evde. (okula gitmiyor)
Özellikle eldest, oldest zamir olarak kullanıldığında bu çok yaygındır:
Tom is the eldest (of the two). : Tom, büyüğü (ikisinden). (Bak: 24 B.)
21 Karşılaştırmalarla ilgili kalıplar (Ayrıca bknz: 341)
A Sıfatın yalın biçimiyle, olumluda as . . . as; olumsuzda not as/not so . . . as
kullanırız:
not as . . . as'i '. . . kadar . . . değil'; no so . . . as'i ise '. . . kadar da . . . değil' olarak çevirebiliriz:
The situation isn't as bad as that. : Durum o kadar kötü değil.
The situation isn't so bad as that. : Durum o kadar da kötü değil.
A boy ofsixteen is of ten as tali as hisfather. : Onaltısında bir oğlan, genellikle babası kadar uzun boyludur (babası boyundadır).
He was as white as a sheet. : (Yüzü) çarşaf kadar beyazdı.
Manslaughter is not as/so bad as murder. : Adam öldürmek (istemeyerek), cinayet kadar (da) kötü değil.
Your coffee is not as/so good as the coffee my mother makes. : Senin kahven, annemin yaptığı kahve kadar (da) iyi değil.
B Üstünlük biçimiyle, than kullanırız:
The new tower blocks are much higher than the old buildings. : Yeni kule bloklar, eski binalardan çok daha yüksek.
He makes fewer mistakes than you (do). : O, senden (senin yaptığından) daha az hata yapıyor.
He is stronger than I expected = / didn't expect him to be so strong. : Sandığımdan daha güçlüymüş = Onun bu denli güçlü olmasını ummuyordum.
It was more expensive than I thought = / didn't think it would be so expensive. : Sandığımdan daha pahalıymış = Onun bu denli pahalı olacağını sanmıyordum.
than . . . kullanılmadığı zaman halk İngilizcesinde üstünlük yerine enüstünlük kullanmak çok yaygın bir uygulamadır: This is the best way (Bu, en iyi yol), yalnızca iki yol olduğu zaman da kullanılabilir.
(Üstünlük ve enüstünlük biçimlerinin zamir olarak kullanımı için bknz: 24 B.)
C İki ya da daha çok kişinin/nesnenin arasındaki karşılaştırma, enüstünlük biçimi ve the . . . in/of ile ifade edilir:
Normal olarak the . . . in de the . . . of da dilimize, ... in en ... si' olarak çevrilir. Ancak, birincisini, ' . . deki en . . .' olarak çevirmek olanağı da vardır, ingilizcede bunlar arasında kesin bir ayrım vardır, the ... in 'den sonra yalnızca bir yer zarfı gelebilir. Buna karşılık the . . . of'dan sonra yalnızca, karşılaştırılan kişi/nesnelerin ait olduğu küme söylenir:
He is the tallest boy in our class. : O, sınıfımızın/sınıfımızdaki en uzun boylu oğlandır.
He is the tallest of our players. : O, oyuncularımızın en uzun boylu olanıdır.
This is the oidest theatre in l.ondon. : Bu, Londra'nın/Londra'daki en eski tiyatrodur.
The youngest of the family was the most successful. : Ailenin en genci (küçüğü), en başarılısıydı.
Özellikle bir -miş'li fiil yapısıyla (perfect tense) birlikte bir bağ cümleciği, çok yararlı olur:
It/This is the best beer (that) I have ever drunk. : O/ Bu, şimdiye dek içtiğim en iyi bira.
It/This was the worst film (that) he had ever seen. : O/Bu, o zamana
dek izlediği en kötü filmdi.
He is the kindest man (that) I have ever met. : O, şimdiye dek tanıdığım
en iyi yürekli adam.
It was the most worrying day (that) he had ever spent. : O, o güne dek
geçirdiği en endişe verici gündü.
Burada never değil, ever kullanıldığına dikkat ediniz. Ancak, aynı durumu,
never ve üstünlük biçimi ile ifade edebiliriz:
I have never drunk better beer. : Hiç bundan iyi bira içmedim.
I have never met a kinder man. : Hiç, daha iyi yürekli bir adam tanımadım.
He had never spent a more worrying day. : Hiç (bundan) daha endişe verici bir gün geçirmemişti.
the'sız most + sıfat'ın, very (çok) anlamına geldiğine dikkat ediniz:
You are most kind (Son derece/çok iyi yüreklisiniz). You are very kind demektir.
Very anlamındaki most, daha çok iki ya da daha çok heceli sıfatlarla kullanılır: annoying, apologetic, disobedient, encouraging, exciting, helpful, important, misleading (can sıkıcı, özür diler gibi, emre uymaz, heyecan verici, yardımcı, önemli, yanıltıcı) vb.
D Paralel artış, the + üstünlük + the + üstünlük ile ifade edilir:
KOMİSYONCU: Do you want a big house? : Büyük bir ev mi istiyorsunuz?
ANN: Yes, the bigger, the better. : Evet, ne kadar büyük olursa o kadar iyi.
TOM: But the smaller it is, the less it will cost us to heat. : Ama ne kadar küçük olursa ısıtmak da o kadar ucuza gelir.
E Dereceli artış ya da azalma, and'le birleştirilen iki üstünlük biçimiyle ifade edilir:
The vveather is getting colder and colder. : Hava giderek soğuyor.
He became less and less interested. : İlgisi giderek azaldı.
F Eylemlerin, üstünlük ve enüstünlükle karşılaştırılması:
Riding a horse is not as easy as riding a motor cycle. : Ata binmek, motorsiklete binmek kadar kolay değildir.
it is nicer/more fun to go with someone than to go alone. : Birisiyle gitmek, yalnız gitmekten daha hoş/daha eğlenceli.
(Bknz.: 341)
G like (edat) ve alike ile karşılaştırmalar:
Tom is very like Bili. : Tom, Bill'e çok benziyor.
Bill and Tom are very alike. : Bili ve Tom çok benzer.
He keeps the central heatingfull on. it's like living in the tropics. : Merkezi ısıtmayı sonuna kadar açar. Bu, tropik bölgede olmak gibi (bir şey).
H like ve as'le yapılan karşılaştırmalar. (Burada hem sıfat, hem zarf ifadeler gösterilmektedir.).
Kuramda like (edat), bir isim, zamir ya da isim-fiille birlikte kullanılır:
He swims like a fish. : Balık gibi yüzer.
You look like a ghost. : Hayalete benziyorsun.
Be like Peter/him: go jogging. : Peter/onun gibi ol (davran): Jogging yap.
The windows were all barred. it was like being in prison. : Pencereler hep
parmaklıklıydı. Hapishanede olmak gibiydi. (İnsan kendini hapishanede
sanıyordu.)
as (bağlaç) ise çekimli bir fiil varken kullanılır:
Do as Peter does: go jogging. : Peter'in yaptığı gibi yap: jogging yap.
Fakat halk dilinde çoğu kez burada like, as gibi kullanılır;
Why dont't you cycle to work as we do? = Cycle to work like we do. :
Neden bizim yaptığımız gibi işe bisikletle gitmiyorsun? = Bizim yaptığımız gibi işe bisikletle git.
I like + isim ve as + isim :
He worked like a slave. : Bir tutsak gibi çalıştı. (Bir hayli sıkı)
He worked as a slave. : Bir tutsak olarak çalıştı. (Tutsaktı)
She used her umbrella as a weapon. : Şemsiyesini silah olarak kullandı. (Ona şemsiyeyle vurdu).
22 than/as + zamir + yardımcı fiil
A than/as'den sonra aynı fiilin kullanılması gerekiyorsa, ikinci fiilden sonra bir yardımcı kullanırız:
I earn less than he does (less than he earns). : Ondan/Onun kazandığından daha az kazanıyorum.
Her iki cümlecikte aynı fiil yapısı olması gerekmez:
He knows more than l did at his age. : O (şimdi) ben onun yaşındayken bildiğimden daha çok şey biliyor.
B İkinci cümlecikte yalnızca than/as + I/we/you + fiil varsa ve fiil yapısında bir değişme yoksa, genellikle fiili atmak olanağı vardır:
I am not as old as you (are). : Senin kadar yaşlı değilim.
He has more time than l/we (have). : Onun benden/bizden daha çok zamanı var.
Biçimsel İngilizcede I/ we'yi tutarız, çünkü fiil atılsa bile zamir hala fiilin öznesi sayılır. Ancak halk İngilizcesinde me/ us daha yaygındır:
He has more time than me. : Onun benden daha çok zamanı var. They are richer than us. : Onlar bizden daha zengin.
C than/as'i he/she/it + fiil izlerse normal olarak fiili tutarız:
You are stronger than he is. : Onun olduğundan daha güçlüsün.
Fakat fiili atıp, çok biçimsel İngilizcede he/she/they, halk İngilizcesinde him/her/them kullanırız.
Bu kurallar, zarflarla yapılan karşılaştırmalarda da geçerlidir:
I swim better than he does/better than him. : Onun yüzdüğünden/Ondan daha yüzerim.
They work harder than we do/harder than us. : Onlar bizden/bizim çalıştığımızdan daha çok çalışırlar.
You can't type asfast as I can/as fast as me. : Sen daktiloyu benim kullandığım/benim kadar hızlı kullanamazsın.
23 'the + sıfat'ın çoğul anlamı fiil'
A blind, deaf, disabled, healthy/sick, living/dead, rich/poor, unemployed (kör, sağır, sakat, sağlıklı/hasta, sağ/ölü, zengin/yoksul, işsiz) ve insan karakter ya da durumunu gösteren başka birkaç sıfat başlarına the alarak bir insan grubunu temsil edebilir. Bu ifadelerin anlamları çoğul olup bir fiil alırlar ve zamirleri they'dir:
The poor get poorer; the rich get richer. : Yoksullar daha yoksullaşıyor;
zenginler daha zengin oluyor.
the, ulus belirtip ch ya da sh ile biten sıfatlar:
the Dutch the Spanish the Welsh
(Hollandalılar) (İspanyollar) (Galliler)
ve ulus belirtip se ya da ss ile biten sıfatlarla da aynı biçimde kullanırlar:
the Burmese the Chinese the Japanese the Swiss
(Burmahlar) (Çinliler) (Japonlar) (İsviçreliler)
Ancak, bunların tekil anlamları da olabilir.
B Burada the + sıfat'ın yalnızca genel anlamda ele alınan bir insan grubuna gönderme yaptığına dikkat ediniz. Belli bir topluluktan söz ediyorsak bir isim eklemek zorundayız:
These seats are for the disabled. : Bu koltuklar, sakatlar içindir
The disabled members of our party were let in free. : Partimizin sakat üyeleri içeri parasız alındılar.
The French like to eat weil. : Fransızlar iyi yemek yemeyi severler.
The French tourists complained about thefood. : Fransız turistler yemekten yakındılar.
Bazı renkler, insanları temsil etmeleri için kullanılırlar, fakat bunlar, öteki isimler gibi s alırlar: the blacks, the whites (karaderililer, beyaz derililer).
C the + sıfat, seyrek olarak tekil bir anlama da sahip olabilir:
the accused (person) the unexpected (thing)
suçlanan (kişi) umulmayan (şey)
24 Sıfatlar + one/ ones ve sıfatların zamir olarak kullanılmaları
A one/ones zamirleri daha önce sözü edilen bir ismi temsil ediyorsa, çoğu sıfat bu sözcüklerden önce kullanılabilir:
Don’t buy the expensive apples; get the cheaper ones. : Pahalı elmaları alma; ucuzlarını al.
Hard beds are healthier than soft ones. : Sert yataklar, yumuşaklarından daha sağlıklıdır. / lost my camera; this is a new one. : Fotoğraf makinemi yitirdim; bu yenisi.
Aynı biçimde sayı + sıfatla:
If you haven't got a big plate, two small ones will do. : Eğer büyük bir tabağınız yoksa, küçük iki tane de olabilir.
B Sıfatların zamir olarak kullanılmaları:
first, second (birinci, ikinci) vb, one/ones bulunsun, bulunmasın, hem sıfat
hem zamir olarak kullanılabilir:
Which train did you catch? : Hangi trene yetiştin?
I caught the first (one) . : Birincisine.
the + enüstünlük'te:
Tom is the best (runner). : Tom en iyisi/en iyi koşucu.
The eldest was only ten. : En büyükleri daha onundaydı.
ve bazen the + üstünlükte de böyle kullanılabilir:
Which (of these two) is the stronger? : Bunlardan hangisi daha sağlam/ güçlü?
Fakat üstünlük derecesinin kullanılması biraz edebi sayılmakta olup teklifsiz İngilizcede çoğu kez bu durumda onun yerine enüstünlük kullanılır:
Which (of these two) is the strongest? : (Bu ikisinden) hangisi en güçlüsü?
Renk belirten sıfatlar da bazen zamir olarak kullanabilirler:
I like the blue (one) best. : Mavisini/ Mavi olanını beğeniyorum.
At renkleri, özellikle bay, chesnut, grey (doru, doru, kır), genellikle zamir olarak kullanılırlar ve çoğulda s alırlar:
Everyone expected the chestnut to win. : Herkes dorunun kazanmasını
bekliyordu.
The coach was drawn by four greys. : Arabayı dört kır (at) çekiyordu.
25 many ve much (sıfat ve zamir)
A many ve much
many (sıfat), sayılabilen isimlerden önce kullanılır.
much (sıfat), sayılamayan isimlerden önce kullanılır.
He didn't make many mistakes. : Fazla hata yapmadı.
We haven't much coffee. : Fazla kahvemiz yok.
Üstünlük ve enüstünlük biçimleri aynıdır: more ve most:
more mistakes/coffee most men/damage
(daha çok hata/kahve) (en çok adam/hasar)
many, much, more, most, zamir olarak da kullanılabilirler:
He gets a lot of letters but she doesn't get many. : Oğlan çok mektup alıyor ama kız pek fazla almıyor.
You have a lot offree time but l haven't much. : Senin çok zamanın var ama benim fazla yok.
more ve most oldukça serbest kullanılabilir. Many ve much da olumsuz fiillerle serbestçe kullanılabilir (Yukarıdaki örneklere bakınız). Fakat many ve much'ın olumlu ve soru fiilleriyle kullanılmaları sınırlıdır.
B Olumlu fiillerle many ve much
a good/a great'ten sonra gelirse (ve bunlarca nitelenirse), many kullanılabilir.
Başa so/as/too gelirse her ikisi de kullanılabilir:
I made a good many friends here. : Burada birçok arkadaş edindim.
He has had so many jobs that . . . : O denli çok işi oldu ki . . .
She read as much as she could. : Okuyabileceği kadar okudu.
They drink too much (gin). : Çok fazla (cin) içiyor.
Tümleç ya da tümlecin bir parçası durumundayken nitelendirilmediği zaman many'nin yerini a lot/lots of ( + isim) ya da a lot veya lots alır. Tümleç ya da tümlecin bir parçası durumundayken much'ın yerini genellikle a great/good deal of ( + isim) ya da a great/good deal (zamir)'e bırakır:
I saw a lot/lots ofseabirds. I expect you saw a lot too. : Ben birçok deniz kuşu gördüm. Sanırım sen de birçoğunu gördün.
He spends a lot/lots of/a great deal of money on his house. : O, evine (tümü / Ç.N.) çok/bir hayli para harcıyor.
Özne ya da öznenin bir parçası durumundayken many ya da a lot (of) vb. kullanılabilir, fakat burada many başka yapılarla değiştirilemez. Ancak biçimsel İngilizcede much kullanılabilir:
Much will depend on what the minister says. : Çok şey, bakanın ne dediğine bağlı olacak.
Şu olumsuz ve olumlu cümleleri karşılaştırınız:
He hasn't won many races. : Pek yarış kazanmadı. You've won a lot/lots of races ya da You've won a lot ya da You've won a great many (races). : Birçok yarış kazandın; Pek çok/çoğunu kazandın; Bir sürü (yarış) kazandın. He didn't eat much fruit. : Fazla meyve yemedi. She ate a lot/lots of fruit/a great deal of fruit ya da She ate a lot/a great deal. : Epey/ Epey meyve yedi; Epey/bir hayli yedi.
C Soru biçimindeki fiillere many ve much
Her ikisi de how ile kullanılabilir. How many times? How much? (Kaç kez? Kaça?)
how'ın kullanılmadığı sorularda many kullanılabilir, fakat olumlu bir yanıt beklendiğinde a lot (of) vb. daha iyidir.
Did you take a lot of photos? I expect you did. : Çok fazla resim çektin
mi? Sanırım çektin.
how olmadan much mümkündür, fakat öteki biçimler daha yaygındır:
Did you have a lot of snow/much snow last year? : Geçen yıl çok kar gördünüz mü?
(Zarf olarak kullanımı için 33'e bakınız.)
26 Sıfatlar + mastar
A Bu sıfatların en yararlıları aşağıda verilmiş olup anlam ya da türlerine göre kabaca gruplanmıştır. Birkaç anlamı bulunan bazı sıfatlar, birden çok grupta görülebilir. (Sıfat + edat için 96'ya bakınız).
Başlarına yıldız konmuş olan sıfatlar, that'li cümleciklerle de kullanılabilirler. Bazen that . . . should daha yaygınır. (Bknz: 236.)
B2 dışında B - E bölümlerinde yapıların başında it bulunmaktadır. (Baştaki it için 67'ye bakınız.) Eğer it + be . . .'nin başında find/think/believe vb + that varsa bazen that ve be atılabilir:
Hefound that it was impossible to study at home. : Evde çalışmayı olanaksız buldu. He found it impossible to study at home. : (Anlam aynı)
B
1 it + be + sıfat (+ of + tümleç) + mastar, özellikle, şu konularla ilgili sıfatlarla kullanılır:
(a) karakter: brave, careless, cowardly, cruel, generous, good/nice ( = kind), mean, rude, selfish, wicked, wrong (cesur, dikkatsiz, korkak, gaddar, eli-açık, iyi/iyi (= nazik/sevecen), alçak, kaba, bencil, günahkar, (ahlâk açısından) yanlış) vb. ve olumsuz ya da soru biçimindeki fiillerle birlikte fair*/just*/right*.
(b) duyu: clever, foolish, idiotic*, intelligent, sensible, silly, stupid (akıllı, aptal, geri zekalı, zeki, akla yatkın, budala, aptal).
absurd*, ludicrous* ridiculous* ve unreasonable* da bazen olasıdır.
Aşağıdaki cümleler olduğu gibi çevrildiklerinde Türkçe açısından sorunlar çıkmaktadır. Tam karşılıklarını vermek de bu bölümün işlevini görmesini engelleyecekti. Bu nedenle tam fakat Türkçe açısından bozuk olan çevirileri (. . .) işaretleri arasında verip daha sonra düzgün çevirilerini göstereceğiz.
it was kind of you to help him. (You helped him. This was kind.) : (Ona yardım etmen iyi kalpliceydi) Ona yardımcı olman nazik/sevecen bir davranıştı. (Ona yardım ettin. Bu, nazikti/sevecenceydi.)
It was stupid (ofthem) to leave their bicycles outside. : (Bisikletlerini dışarıda bırakmaları (onların açısından) aptaldı.) Bisikleti dışarıda bırakması onun açısından aptalca bir davranıştı.
of + tümleç, good ve nice dışında (b) grubu ve bazen de (a) grubu sıfatlardan sonra atılabilir. (Of + tümleç'in atılması, good ve nice'ın anlamını değiştirir. Bknz: E)
2 Zamir + be + isim + mastar da yukarıdakiler ve aralarında aşağıdakilerde de olmak üzere başka bazı sıfatlarla kullanılabilir:
astonishing*, curious*, extraordinary*, funny*, (= strange*), odd*, queer*, surprising*, vb. (şaşırtıcı, tuhaf (curious, burada 'meraklı' anlamını yitirir.), olağanüstü, tuhaf (funny, burada 'gülünç' anlamını yitirir.), ( =tuhaf), tuhaf, tuhaf, şaşırtıcı) ve pointless, useful, useless (yararsız, yararlı, yararsız):
It was a sensible precaution to îake. : (Alınacak makul bir önlem) Bu önlemi almak makul bir davranıştı.
That was a wicked thing to say. : (Bu, söylenmesi günah/çok kötü bir şeydi) Böyle şey söylemek günahtır/çok kötüdür/Böyle günah dolu/çok kötü şeyler de söylenir mi?
Bazen bu tür yorumlar, bir ünlemle ifade edilebilirler:
What a funny way to park a car! : Ne gülünç park etme biçimi!/Araba böyle de park edilmez ki...
What an odd time to choose! : (Seçilecek ne tuhaf zaman!) Böyle tuhaf zaman da seçilmez ki!
Sıfat bazen, hoşnutsuzluk gösteren ifadelerde atılır:
What a (silly) way to bring up a child!: (Çocuk yetiştirmenin ne (aptalca bir) yolu) Böyle aptalca yöntemlerle çocuk mu yetiştirilirmiş!
What a time to choose! : (Seçmek için ne zaman!) Tam zamanını seçmişsin)!
that cümleciğiyle bir örnek:
it is strange/odd/surprising that he hasn't answered. : Yanıt vermemesi tuhaf/tuhaf/şaşırtıcı.
Özellikle fen/tıp, vb. dallarında olup da İngilizce çalışanlarımızın '. . . in . . . mesi' yapısı konusundaki zorluğunu çözümleyen kalıplardan birinin bu olduğuna dikkat çekmek isteriz.
C advisable*, inadvisable* better*, best, desirable*, essential*, good (= advisable)*, important* necessary*, unnecessary*, vital* ve only + fair/just/right* ile birlikte it + be + sıfat + mastar da kullanılabilir. (Sözcüklerin çevirilerini, kullanımlarıyla birlikte aşağıda bulacaksınız.):
Wouldn't it be better to wait? ~ No, it's essential to book in advance. : Beklemek daha iyi olmaz mı? ~ Hayır, önceden yer ayırtmak gerekli.
Yukarıda, Türkçede her zaman tam karşılığı bulunmayan bir kalıp görüyorsunuz. Bu kalıbı verilen sıfatlardan her biri ile göstermeyi gerekli görüyoruz:
İt is advisable to see a doctor. : (Bir doktora görünmek öğütlenirdir) Doktora görünmek öğütlerim/öğütleriz.
İt is inadvisable to vvait. : (Beklemek öğütlenir değildir) Beklemeyi öğütlemem/öğütlemeyiz.
İt is better to say nothing. : Hiçbir şey söylememek daha iyi/dir.
İt is best to keep silent. : En iyisi, sessiz kalmak/tır.
İt is desirable to be punctual. : (Dakik olmak istenirdir) istenen, dakik olunması d ir
İt is essential . . . : (Yukarıdaki gibi)
İt is good to see a doctor. : Doktora görünmek iyidir (öğütlenir).
İt was important to keep silent. : Sessiz olmak önemliydi.
İt is necessary . . . : (Yukarıdaki essential gibi)
İt vvill be unnecessary to visit him. : Onu aramak gereksiz olacak/gerekli olmayacak.
İt was vital to talk to him. : Onunla konuşmak yaşamsal önem taşıyordu.
İt is only fair/just to pay him the vvhole amount. : (Ona tüm parayı ödemek yalnızca hakça olur) Hakçası, ona o parayı ödemektir; başka seçenek bulunmuyor.
İt is only sensible to be patient. : (Sabırlı olmak yalnızca doğru olur) En doğrusu, sabırlı olmak.
good (anlamı değiştireceği için) ve just dışında bu sıfatlardan sonra for + tümleç de eklenebilir:
It wont't be necessary for him to repon to the poliçe. : Polise rapor etmesi gerekli olmayacak/gerekmeyecek.
It is only fair for him to have a chance. : (Bir fırsatı olması yalnızca hakça olur) Hakçası, ona bir fırsat verilmesidir.
inessential ve unimportant normal olarak kullanılmazlar, fakat not essential'i
kullanmak olanağı vardır.
D it + be sıfat (+ for + tümleç) + mastar , convenient*, dangerous, difficult, easy, hard*, possible*, impossible, safe, unsafe (uygun, olanaksız, güvenceli, güvencesiz) ile birlikte kullanılabilir:
Would it be convenient (for you) to see Mr X now? : Mr X'le şimdi görüşmek (sizin için) uygun olur mu?
it was dangerous (for women) to go out alone after dark. : Karanlıktan / karanlık bastıktan sonra tek başına çıkmak (kadınlar için) tehlikeliydi.
We found it almost impossible to buy petrol. : Petrol almayı neredeyse olanaksız bulduk (Gördük ki petrol almak neredeyse olanaksız.) (Yukarıda A'ya bakınız.)
possible dışında yukarıdaki sıfatlar, isim + be + sıfat + mastar ile de kullanılabilirler:
This cake is easy to make. : (Bu pasta, yapılması kolay) Bu pastayı yapmak kolay.
The instructions were hard to follow. : (Talimat, okunması zordu) Talimatı okumak zordu.
This car isn't safe to drive. : (Bu araba, kullanılması güvenli değil) Bu arabayı kullanmak güvenli değil.
E it + be sıfat/ortaç + mastar da ilgili kişinin duygu ya da tepkilerini gösteren sıfat ve ortaçlarla:
agreeable dreadful* lovely* terrible*
(kabul edilebilir) (korkunç) (güzel) (korkunç)
awful* good*/nice* marvellous* wonderful*
(berbat) (iyi) (harika) (harika)
delightful* (= pleasant) splendid* vb.
(hoş) (hoş) (harika)
disagreeable horrible* strange*
(kabul edilmez) (korkunç) (garip)
ve şu fiillerin şimdiki zaman ortaçları (-ing'li biçimleri.) kullanılabilir:
alarm * depress* excite*
(tehlikeyi haber ver.) (içini karartmak) (heyecanlandırmak)
amaze* disappoint* frighten
(şaşırtmak) (düş kırıklğına (korkutmak)
amuse* uğratmak) vb. horrify*
(eğlendirmek) discourage* (dehşete düşürmek)
annoy* (cesaretini kırmak) interest*
(kızdırmak) disgust * (ilgilendirmek)
astonish* (tiksindirmek) surprise *
(şaşırtmak) embarrass (şaşırtmak)
bewilder (utandırmak) terrify
(çok şaşırtmak) encourage* (dehşete düşürmek)
bore (yüreklendirmek) upset
(sıkmak) (alt-üst etmek)
fun (= heyecan verici bir deneyim) ve a relief (rahatlama) sözcükleri aynı biçimde kullanılabilir:
It's awful to be alone in such a place. : Öyle bir yerde yalnız olmak berbat (bir şey).
It’s boring to do the same thing every day. : Her gün aynı şeyi yapmak sıkıcı.
It was depressing tofind the house empty. : Evi boş bulmak insanın içini karartıyordu.
It would be fun/exciting/interesting to canoe down the river. : Irmaktan aşağı kanoyla gitmek eğlenceli/heyecanlı/ilginç olur.
It was a relief to take off our wet boots. : (Islak botlarımızı çıkarmak bir rahatlamaydı). Islak botlarımızı çıkarınca rahatladık.
for + tümleç'; lovely, interesting, marvellous, nice, wonderful (güzel, ilginç, harika, iyi/güzel, harika) ile oldukça yaygındır; diğer sıfatlardan sonra kullanmak da olasıdır:
it's interesting (for children) to see a house being built. : Bir evin inşa
edilişini görmek ilginç (oluyor).
It was marvellous (for the boys) to have a garden to play in. : (İçinde)
oynayacakları bir bahçe olması çocuklar için harikaydı.
good'dan sonra kullanılacak for + tümleç'in, good'un anlamını sağlıklı/yararlı (healthy/beneficial) ile sınırlandırdığına dikkat ediniz:
It's good for you to take exercise. : Spor yapmak sana iyi gelir.
(good + mastar da bu anlama gelebilir, fakat pleasant/kind/advisable [hoş/nazik/öğütlenir] anlamı da taşıyabilir. Yukarıda, B, C'ye bakınız.)
it + be + sıfat + isim + mastar da yukarıdaki sıfat/ortaçlarla kullanılabilir:
it was an exciting ceremony to watch. : (İzlemesi heyecan verici bir törendi) İzlerken insana heyecan veren bir törendi.
it was a horrible place to live in. : (Yaşanması korkunç bir yerdi.) Korkunç bir yerdi; yaşanacak gibi değildi.
F angry* delighted*, dismayed*, glad*, happy*, pleased*, relieved*, sad*, sorry* ve yukarıda, E'de verilen fiillerin geçmiş zaman ortaçları ile özne + sıfat + mastar kullanılarak benzer anlamlar ifade edilebilir:
I'm delighted to see you. : Seni gördüğüme memnun oldum.
Bu durumda en yararlı mastarlar to find/learn/hear/see ise de glad/happy/sad/ sorry'in ardından da çoğu kez to say/tell/inform ve bazen başka mastarlar gelir:
He was glad to leave school. : Okuldan ayrıldığına memnundu.
She was dismayed to find the door locked. : Kapıyı kilitli bulmak onu
ümitsizliğe kapıldı.
G able/unable; apt, inclined, liable, prone, prepared, not prepared (= ready/ willing/unwilling), reluctant; prompt, quick, slow (. . . ebilir/ . . . emez); mutlaka ... er, eğilimli, yatkın, yatkın, hazır, hazır değil [= hazır/istekli/istek-siz], isteksiz; vakit geçirmeyen, çabuk, yavaş) ile kullanılan özne + be + sıfat/ortaç + mastar:
We are all apt to make mistakes when we try to hurry. : (Acele etmeye kalkınca hepimiz hata yapmaya yatkınız/hata yaparız.)
I'm inclined to believe him. : Ona inanmak eğilimindeyim.
I'm prepared/ready to help him. : Ona yardım etmeye hazırım.
He was most reluctant to lend us the money. : Parayı bize ödünç vermekte son derece isteksizdi.
He was slow to realize that times had changed. : (Zamanın değiştiğini anlamakta yavaştı.) = He realized only slowly that times had changed. : Zamanın değiştiğini ancak yavaş yavaş anladı.
27 Sıfatlar + mastar/that'li cümlecik / edat yapısı
A due, due to, owing to, certain, sure, bound, confident
Zaman için kullanıldığı zaman due'yu mastar izler:
The race is due to start in ten minutes. : Yarış on dakika sonra başlayacak.
Fakat bu sözcük tek başına da kullanılabilir:
The train is due (in) at six. it is an hour overdue. : Trenin saat altıda burada olması gerekiyor(du). Bir saat gecikti.
due to (edat), 'as a result of ( ... in sonucu) anlamındadır:
The accident was due to carelessness. : Kaza, dikkatsizlik sonucuydu.
owing to, 'because of ( . . . den dolayı/ ... in sayesinde) demektir:
Owing to his carelessness we had an accident. : Dikkatsizliği nedeniyle bir kaza geçirdik.
due to'dan önce özne + fiil gelmesi gerekir, fakat İngilizler bu konuda dikkatsizdirler ve çoğu kez cümleye owing to yerine due to ile başlarlar.
certain ve sure (. . . mesi kesin), konuşanın düşüncesini belirtmek için mastar alırlar. Burada bound (aynı anlamda) da kullanılabilir:
Tom is certain/sure/bound to win. : Tom'un kazanması kesin. (Konuşan
bundan emindir.)
Fakat özne + certain/sure + that cümleciği, öznenin düşüncesini gösterir:
Tom is sure that he mil win. : Tom, kazanacağından emin. (Tom zaferine inanıyor.)
Yukarıda, certain/sure that yerine confident that kullanılabilir, fakat confident arkasından mastar almaz.
sure, certain, confident'ten sonra of + isim/zamir ya da isim-fiil gelebilir:
Unless you 're early you can 't be sure of getting a seat. : Erken gitmedikçe yer bulmaktan (bulacağından) emin olamazsın.
bound, yukarıdaki gibi mastar alabilir, fakat bir that cümleciği alamaz, bound + mastar aynı zamanda under an obligation (bir zorunluğu var) anlamındadır:
According to the contract we are bound to supply the materials. : Anlaşmaya göre gereçleri biz göndermek zorundayız.
B afraid (of), ashamed (of), sorry (for ya da about)
afraid of, ashamed of, sorry for/about + isim/zamir ya da asim-fiil:
She is afraid of heights/of falling. : Yüksekliklerden/düşmekten korkar.
He was ashamed of himself (for behaving so badly) / ashamed ofbehaving so badly. : (Bu kadar kötü davrandığından dolayı) kendinden utanıyordu / Bu kadar kötü davranmaktan utanç duyuyordu. I'm sorry for breaking your window. : Camınızı kırdığım için özür dilerim.
I'm sorry about your window. : Camınızdan dolayı özür dilerim / Camınıza üzüldüm. I'm sorry for Peter. : Peter'a acıyorum.
afraid, ashamed, sorry'yi bir mastar:
She was afraid to speak. : Konuşmaktan korkuyordu. (Konuşmadı.)
I'd be ashamed to take his money. : Parasını almaya utanırım. (Almam.)
I'm sorry to say that we have no news. : (Verecek) hiç haberimiz olmadığını söylemek beni üzüyor.
ya da bir that'li cümlecik izleyebilir:
I'm ashamed that I've nothing better to offer you. : Sana ikram edeceğim daha iyi bir şeyim olmadığı için utanıyorum.
She's afraid (that) he won't believe her. : (Kız, oğlanın) kendisine inanmayacağından korkuyor.
I'm afraid (that) we have no news. : Korkarım (ki) (verecek) haberimiz yok.
I'm sorry (that) you can't come. : Gelememene üzüldü.
(I'm sorry'nin Ingilizcede şimdiki, Türkçede geçmiş zaman olduğuna dikkat ediniz. İngilizce cümlede 'üzülüyorum' anlamı yoktur. )
(Bu üç yapı arasındaki ayrım için 271'e bakınız. I'm afraid not/so, için de 347'ye
bakınız.)
C anxious (about), anxious + mastar, anxious that
anxious ( + about + isim/zamir, vvorried (endişeli) anlamındadır:
I'm anxious (about Tom). His plane is overdue. : (Tom için) endişeliyim. Uçağı gecikti.
be anxious(+ for + isim/zamir) + mastar = Mo desire/to wish' (istemek/dilemek):
I'm very anxious (for hini) to see the Carnival. : Karnavalı görmeyi (görmesini) istiyorum.
anxious + that . . . should, çok biçimsel İngilizcede kullanılabilir:
The committee is anxious that this mat ter should be kept secret. : Komisyon, bu konunun gizli tutulmasına önem veriyor.
D fortunate ve lucky (şanslı), ya da bir that cümleciği ya da bir mastar alır, fakat genellikle aralarında bir ayrım vardır.
it is fortunate/lucky that. . ., it is a good thing that (iyi ki . . .) anlamındadır:
It's lucky that Tom has a car. : İyi ki Tom'un arabası var.
It is lucky that he passed his test. : İyi ki sınavını verdi.
(Artık arabasıyla kendi başına istasyona gidebilir / çocuklarını deniz kenarına götürebilir, vb.)
It's lucky for us that he has a car. : Onun arabasının olması bizim için
iyi oldu. (Bizi gideceğimiz vere götürür, vb.)
Ancak özne + be + fortunate/lucky + mastar, özneni şanslı olduğunu vurgular:
He is lucky to have a car. : Şanslı; arabası var. (Bir çok kişinin yok).
He was lucky to pass his test. : Sınavı vermesi bir şans oldu onun için.
(Standarda uymuyordu aslında.)
is/are + fortunate/lucky + şimdiki zaman ortacı, daha çok durağan fiillerle kullanılır. was/were ya da sürekli veya -miş'li mastarda (continuous/perfect infinitive) daha geniş bir seçim alam vardır:
You were fortunate to escape unharmed. : (Zarar görmeden atlatman şanslıymış) Neyse ki zarar görmeden (kazayı, vb.) atlatmışsın.
You are lucky to be going by air. : Neyse ki hava yoluyla gideceksin.
He is lucky to have sold his house before t hey decided t o build the new airport. : Neyse ki evini, yeni havaalanını inşa etmeye karar vermelerinden önce satmış.
Ancak, it is lucky/unlucky'yi her hangi bir fiilin mastarı izleyebilir:
It is unlucky to break a mirror. : Ayna kırmak uğursuzluktur.
fortunate ve unfortunate burada kullanılamaz, fakat öteki yapılarda kullanılabilir. Bunlar daha çok biçimsel İngilizcede görülürler. Bu sıfatlar, yalnız başlarına ya da bir isimle birlikte de kullanılırlar.
I wasn't lucky : Şanslı değildim.
He's fortunate. : Talihli.
Thirteen's my luckly number. : Onüçtür benim şanslı sayım.
He's a fortunate man. : Şanslı adam.
E possible, probable ve likely (olanaklı, olası, olası), it'le başlayan cümlelerde that cümleciği alabilir. Likely, özne + mastar'la da kullanılabilir:
(a) it's possible that he'll come today. : Bugün gelmesi olası.
(b) Perhaps he'll come / He may come today. : Belki bugün gelir / Bugün gelebilir.
(c) it's probable that he'll come today. : Bugün gelme olasılığı var.
(d) He'll probably come today. : Herhalde bugün gelecek.
Her iki durumda da (b) biçimi (a) dan daha yaygındır; ancak sıfatları nitelemek istediğimiz zaman that cümleceği daha rahattır:
It's just/quite possible that . . . : Bir hayli olanaklı ki . . .
It's not very probable that . . . : Pek olası değil ki . . .
likely ile her iki biçim de eşit ölçüde yararlıdır:
It's guite likely that he'll come today. : Bir hayli olası ki o bugün gelecek.
He's quite likely to come today. : Bugün gelme olasılığı bir hayli fazla.
may (= be possib!e)'ın (. . . e bilir) soru biçimine olanak tanıdığı için 'is/are + özne + likely biçimi çok yararlıdır:
Is he likely to ring today? : Bugün telefon etme olasılığı var mı?
that cümleciği, bu cümleciğin ne olduğu oldukça açık olduğu zaman possible, probable, likely'den sonra kullanılmayabilir:
Do you think he'll sell his house? ~ It's guite possible/probable/likely (that he'll seli it). : Sence evini satar mı? ~ (Satması) oldukça olanaklı/olası.
F aware ve conscious, bir that cümleciği ya da of + isim/zamir veya isim-fiil alır:
It’ll be dangerous / I'm aware that it'll be dangerous / I'm aware of that. : Tehlikeli olacak. / Tehlikeli olacağının ayrımındayım / Bunun ay-
rımındayım.
I was conscious of being watched. : İzlenmekte olduğumun bilincindey-
dim.
= I felt that someone was watching me. : Birinin beni izlemekte olduğunu hissediyordum.
Tek başına kullanılan conscious, fiziksel bir anlam taşır:
I had only a local anaesthetic. I was conscious the whole time. : Bana yalnızca lokal anastezi yapılmıştı. Hep bilinçliydim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder